30 Ağustos 2010 Pazartesi

Akyaka da 6. Gün

Sabah çok erken saatlerde, saat 06:00 da Yalın tarafından Gaye ve ben uyandırıldık. Bir gece önce yemeğini yemeden uyuya kaldığı için tazmanya canavarı modunda uyandı adam “Anne!... Karnım aç” diye Gaye de ona sabahın o saatinde kalkıp makarna ve sosis hazırladı (ya! Gerçekten anaların mekanı cennet heee!....) neyse sonra yavaş yavaş ev halkı uyandı… Bu arada bir gün önce pasta almıştık, Yalın onu da duyunca aklı çıktı, kahvaltı sofrasını kurarken, her 30 saniyede bir Gaye ye “Anne pastam nerde?” diye sorup durdu maymun. En sonunda sofrayı kurduk, ona da pasta servisi yaptık da rahatladık. Ama bir yemesi var o pastayı offffffff.....









Kahvaltıydı hazırlıklardı derken, saat 12:00’ı buldu, yani Çınarlı koyuna gitmek için yine geç kaldık, ve yine Akyaka Plajına gidelim dedik o zaman. Bu arada Yalın bu plaja kumsalı ve denizi kumluk olduğu için “Kumlu Deniz“ ismini taktı artık  … Çınarlı koyu da taşlık olduğundan “Taşlı Deniz” olarak anılıyor Yalın bey in lügatında.

Neyse evdeki kalmış, bayat ekmekleri de toparlayıp, Azmak çayında ikamet eden kaz sürüsüne atalım dedik bari, otelin hemen önündeki sığlık yere gittik ve 50 metre ötemizdeki kazlara bili bili deyip, bir parça ekmek attık, bunlar kanat çırpıp uçarak yanımıza bir geldiler, offff!.... Bu ana kadar bu kazları sadece yüzer biliyorduk biz, meğerse uçabiliyorlarmış da öyle bir yumuldular ki Alkım ve Yalın ın attıkları ekmeklere….
VİDEOSU İÇİN :
http://www.dailymotion.com/video/xemf5x_azmak-devesi-ve-kazlari_travel

Ekmekleri kazlara atıp bitirdikten sonra, Otelin üst tarafındaki yola yönelip, çarşının üst kısmına doğru yola koyulduk, tam da yolumuzun üstünde satılık evlere rastlayınca, baktık bahçenin de kapısı açık, bir içeri girip bakalım dedik.

Ev üç katlı, üç kat da biri birinden bağımsız girişli katların her biri, bir oda bir salon ve salonla birleşik birer mutfakları var, ve tam önünde küçük de bir havuzu var. Neyse biz bahçeden giriş katındaki daireye girdik, daha doğrusu tam girerken, bahçede beni işyerinden aradılar ve ben giremedim. Ben işyeriyle konuşurken bizimkiler eve girdi ve bir gürültü koptu, Alkım ve Yalın nasıl bağırıyorlar, ben iyi ihtimali düşünüp, heralde dedim sesleri yankılanınca, hoşlarına gitti ondan bas bas bağırıyorlar. Telefona “biraz bekler misiniz” dedikten sonra dairenin kapısına yöneldim tam o sırada içeriden kocaman bir kedi fırladı, o zaman anladım bağırtıların sebebini. Telefon görüşmemi bitirip hikayeyi anlattırdım, meğer, evin içine girip mutfak dolaplarına falan bakarken, ablam bir dolabın kapağını açtığında üzerinden atlamış hayvan, bunu gören Alkım ve Yalın da başlamışlar bağırmaya, hayvancağız çıkmaya yol bulamadığı için (Alkım kapının önünde, Yalın da pencerenin önünde durduğu için) odanın ortasında tıslayıp duruyormuş, sonra kedi bir yol bulup canını dışarı attığında, herkes rahat bir nefes almış. Neyse oradan çıkıp yolumuza devam ettik, biraz ileride bir ev daha gördük. Bu daha güzel, tripleks bir villa, 250 m² kullanım alanı var, bahçesi vs ama ne yalan söyleyeyim, pahalıydı da. Eczaneden ihtiyaçlarımızı da alıp doğruca Kumlu deniz gittik. Artık işi öğrendik, oturur oturmaz içecek siparişi verince plajın arkasındaki kafeler , şezlonglarımıza minder veriyorlar, fiyatları da öyle çok pahalı değil.





Yerleşir yerleşmez hemen denize koştuk, denize girmek güzelde, çıkmak mümkün değil, hadi Alkım koca adam, laftan anlıyor ama Yalın…… “Çıkmayalım baba lütfen çıkmayalım!...” en sonunda aileden herkes çıktıktan sonra, “ Hadi biraz ısınalım, sonra tekrar gireriz oğlum” diyerek güç bela çıkartıyorum. Bu gün sahil de çok kalabalık değil neyse… Denizin dışında, Alkım ve Yalın da da, kumsal aktivitelerİ var. Alkım kale yapıyor, Yalın onları yıkıyor, bir ara oturacakları tuttu. Yalına bir baktık, şezlongda oturduğu yerde, gözler kapanıyor, baş kah öne, kah geriye düşüyor sonra uyanıp hiçbir şey yokmuş gibi takılıyor. “Oğlum yat oraya işte” dediğimizde de “Benim uykum yok ki ama” deyip mız mızlanıyor. Biraz sonra Gaye yanına iyice yaklaştığı zaman kendi kendine “Sakın uyuyayım deme!....” diye kendi kendini telkin ettiğini duymuş… gerçekten ilginç bir çocuk bu yahu……. 
Ablam Alkım ve Yalın a mısır aldı, bir hoşlarına gitti... Anlatamam, özellikle Yalın ın bir yumulması var, bir de serçelerle paylaşmayı da keşfetti mısırları, bitirdi bir tanesini, hallasını çeke çeke götürdü bana bir mısır daha al diye, sonra oturduğumuz yere gelene kadar, "canım mısırım" diye öpe öpe gelmiş elindeki mısırı.





Neyse biraz daha takıldık deniz kenarında, denize birkaç kez daha girdik, sonra saat 06:00 gibi çıktık otele gittik, akşama duşları alıp Akyaka nın eski şehir merkezine gideceğiz. Nakit kalmadı da üzerimizde gidip para çekelim biraz…

Balkonumuzun Arka Manzarası
Otelden çıkıp, başladık yürümeye, Yalın gündüz de uyumadığı için iyice mız mız tabi, bu arada bir de “Karanlıktan canavar çıkacak!...” diye tutturdu, nasıl ağlıyor ama, “Oğlum yok, onlar filmler de var sadece” desek de bu hala zırım, zırım zırlıyor, en sonunda dedim ki “Böyle korkmaya devam edersen, film izleyemezsin bir daha” ….. sonra sustu…… aradan biraz zaman geçince, halasına demiş ki “Ben artık karanlıktan hiç korkmuyorum hala, zaten canavarlar sadece filmlerde olur, hem korkarsam bir daha hiç film seyredemem”….. Eski şehir merkezine geldik, burası da güzelmiş, denize biraz uzak olduğundan buradaki oteller, hep yüzme havuzlu. Bizim geldiğimiz yönden tam merkeze girerken, “Kristal Kebap Salonu” diye bir yer gördük, bankamatiği bulup para çektikten sonra, Kristal e gidip oturduk. Hemen yanındaki otelden, çoğunlukla, İngiliz müşteriler geldiğinden, menüsü normal kebapçı menüsü gibi değil, ama bol alternatifliydi, öyle ki vejetaryen seçenekler bile vardı. Bu arada Yalın ın pili yine bittiği, ve oturduğu yerde gözler kapandığı için çok hızlı servis yapmalarını rica ettik, (en azından Yalın ın siparişlerini) Ben yine de, Yalın ın dönene kadar uyanık kalacağına pek inanamadığım için, restaurantın sahibine “Buraya taksi çağırabilir miyiz?” diye sordum, o da nereye gideceğimizi sordu, otelimizin adını söyleyince “Dert değil ben sizi bizim araçlardan biriyle yollarım” dedi. Hepimiz derin bir ohhhhh! Çektik ve sonrasında rahat, rahat yemeklerimizi yedik. Yalın da 2 sigara böreği yedikten sonra annesinin kucağına kıvrıldı yattı. Burada yediklerimizden, Antre olarak gelen sarımsaklı tereyağı ve çoban salatasındaki zeytinyağının tadı damağımızda kaldı. Yemeğimiz bitince bizi otelimiz kadar getirmeleri de memnuniyetimizi ikiye katladı. Buranın insanları gerçekten dost canlısı, adam bizi tanımaz, etmez, işini gücünü bıraktı bizi otelimize taşıdı….. GÜZEL BİR TATİL OLUYOR GÜZEL

27 Ağustos 2010 Cuma

Akyaka da 5. Gün

Sabah kalktık, ve Alkım ın düzelmiş olduğunu gördük…. Heeeeyooooo!.... İshal ve kusma devam ediyor olsaydı tekrar bir “Hey!.. Doktor " yapmamız gerekecekti çünkü.


Bugün kahvaltımızı Akyaka da gözlemecide yapalım dedik, hemen toparlanıp düştük yola, Azmak deresinin kenarından, merkeze indik, sonra Konya gözlemecisi…. Bahçenin ortasına bir sedir yapmışlar, hemen kurulduk, ve verdik siparişlerimizi, gözlemeler, kahvaltı tabakları çaylar….







Bugün planımız, Akyaka plajına gitmek, aslında Çınarlı koyuna gidelim diyorduk ama Alkımın durumunda bir değişiklik olur diye şehirden fazla uzaklaşmayalım dedik. Kahvaltılarımızı bitirip,, yiyemediklerimizi, sahilde yemek üzere paket yaptırıp, indik plaja. Denize yakın bir yerden dört tane şezlong ayarladık, sonra deniiiizzzzeeeeeeeeeeeeeeee….. Yalın dünden baya deneyimliymiş, ablam ve Gayenin anlattıklarına göre sudan hiç çıkmamış. (zaten eve geldiğinde yemeklere saldırmasından belliydi) Bu sefer can simidi ile daldı suya, bize doğru yüzüp, yüzüp “Can kurtarma botu ile kurtaracağım sizi” yapıyordu. En sonunda hepimizin yanına yüzünce “işte takım ruhu budur” dedi….. Zaten, bu tatil boyunca ettiği büyük lafların haddi hesabı yok serserinin….. Bir saat kadar suda oynadıktan sonra zar zor ikna edebildim ikisinide “çıkalım biraz ısınalım, sonra tekrar gireriz” diye. Gerçi su sıcak, onun için 2 saat de kalsan 5 saat de kalsan üşüme hissi yok. Çıktık hemen kumlarla oynamaya başladı bizimkiler. Bir de kuduruyorlar, önlerinde oturan İngiliz kadınları kum içinde bıraktılar.
VİDEOLARINA BAKMAK İSTERSENİZ
http://www.dailymotion.com/video/xel2vx_alkim-yalin-kumda-oynuyor_travel
http://www.dailymotion.com/video/xel3g8_alkim-yalin-kumda-oynarken-2_travel

Akyaka nın plajı çok sakin olmasa da güzel bir yer aslında, denizi kumlu, öğlenden sonra biraz dalgalı da olsa, hoş bir yer. Hemen plajın arkasındaki cafeler çok ta pahalı değiller, hem de plaja servis de yapıyorlar. Akşam dört buçuk beşe kadar takıldık burada, ondan sonra otele doğru yürüdük. Bugün Azmak çayında yüzmeyi de deneyeceğiz bakalım.




Geldik otelin önüne, orada güzel bir kumsal oluşmuş, ben dikkat ettim gece geç saatlere kadar oradan, Azmak a girenler var zaten. Neyse biz ablamla bir atladık, dizimize kadar su, ama bu buz gibi, bir de derenin akıntısı da var, alıyor seni götürüyor, sonra yanımıza bir hanım geldi, o da yeni başlamış Azmak da yüzmeye, o anlattı, girdiğiniz yere geri dönmeye uğraşmayın, akıntı sizi götürüyor zaten biraz ilerden tekrar karaya çıkabilirsiniz… Neyse biz biraz da Yalın la oynadık sığlık yerde, bu arada ablam bir daldı çıktı, sonra ben de cesaretimi toplayıp bir atladım coffffff!............. Sanki bütün vücudum yanıyor, akıntı beni götürürken, ablam sesleniyordu arkamdan “iyimisin, iyimisin” konuşamıyorum ki ancak nefes alabiliyorum, baya sonra ancak “soğuk“ diyebildim. Sonra 40-50 metre ileriden tekrar karaya çıktım, sonra bir de ablamla beraber yüzdük.
VİDEOSU İÇİN
http://www.dailymotion.com/video/xemdbq_azmak-devesine-atlarken_travel

Sonra hemen otele çıktık, duşlar alındı yemekler yapıldı, derken bir de baktık ki daha yemeğini bile yemeden Yalın uyumuş…...










Akşam yemeklerini genellikle balkonda yiyorduk, hava serin oluyor diye, bu akşam öyle bir şey oldu ki rüzgar esiyor ama sanki bir ekmek fırının karşısındasınız, insanın yüzüne yüzüne vuruyor böyle. Mecburen masayı içeri alıp klimayı açtık ve içerde yedik. Sonradan öğrendik ki buraların meşhur “Deli Memet” rüzgarıymış o ve bir çıktımı üç gün beş gün devam edermiş. Neyse yine şanslıymışız ki gece yarısına doğru deli memet akıllandı

YAŞASIN TATİL

26 Ağustos 2010 Perşembe

Akyaka da 4. Gün

Dün gece Alkım hastalandı. Geçen hafta Yalın a olduğu gibi mide bulantısı, kusma… Sabaha kadar üç kere kusunca, halsiz kaldı, biz de bir sağlık ocağına gidelim dedik. Sabah kahvaltıda da bir şey yiyemedi Alkım cım. bir şeyler atıştırdık sonra düştük yollara. Önce Eczaneye gittik, (her sabah bir uğramadan yapamıyoruz zaten) sonra onlara sağlık ocağının yerini sorduk, tarifi aldıktan sonra yürümeye koyulduk. İçeri girdik kayıt vs. derken ismimizi seslendiler…. Alkımla beraber ben daldım içeri, Doktor şikayetimizi sorunca, Alkıma anlat bakalım dedim. Alkım başladı anlatmaya, sonra ben de biraz ekledim şöyle oldu böyle oldu diye. Ateşini ölçtüler falan, derken içeride biraz kaldık tabi. Önce Gaye kapıyı tıklattı ve içeriye girdi, biraz sonra da Yalın, kapıyı tıklatıp içeriye tam anlamıyla süzüldü ve masasında oturan Doktora “Hey! Doktor, bende içeri girersem bana kızamazmısın?” diye sordu Doktor yüzünde bir tebessümle “Hayır canım niye kızayim?” dedi, bunun üstüne bizimki koşa koşa kapıyı açtı, halasına kızmazmış işte baaak deyip geri döndü odaya. Sonra ablamdan öğrendiğimize göre, hepimiz odaya girince dışarıdı bu “Offf! Çok merak ediyorum benizmde girmem lazım odaya” diye kıvranıp duruyormuş ablamda “Doktor kızar ama” deyip onu durdurmaya çalışıyormuş, en sonunda kapıyı açmaya uğraşınca “İyi git sor o zaman Doktora” demiş ablam ……..



Alkım da ciddi bir şey bulmadı doktor, aynı Yalın ın atlattığı mide bağırsak enfeksiyonu varmış, bulantıyı geçirecek iaçlar, ateş düşürücü, bir de multi vitamin ha bir de istirahat verdi… Yani denize girmek yok…. Bu gün iki gruba bölündük, Alkım ve ben ilaçlarımızı alıp otele döndük, Gaye, Ablam ve Yalın da plaja. Alkım bütün gün yattı, ona bol bol su ve limonata içirdim, akşam biraz ateşi çıkar gibi oldu, biraz da baş dönmesi, yine şekerli tuzlu sular, meyveli sodalar falan…. Ertesi gün sapa sağlam kalktı yatağından.



25 Ağustos 2010 Çarşamba

Akyaka da 3. Gün...

Dün Çınar koyuna giderken koyları dolaşan tekne turlarına şöyle bir göz attık. Kişi başı 20 TL. ye gün boyunca yedi koy geziyorlarmış, koyların arasında meşhur Sedir adası da var, çocuklardan da sadece 5 TL. alıyorlarmış. Hoşumuza gitti ve rezerevasyon yaptırdık. Sabah 10:00 da hareket, onun için saatlerimizi kurduk, sabah erkenden kalkıp hızlı bir kahvaltıyla saat 09:30 da attık kendimizi dışarıya. Daha çarşıdan alışveriş faslı falan da var, Yalın için bir can simidi alalım ki kumsaldan yürüyerek girmeye alışık, tekneden girerken korkmasın. Can simidini alırken yanında bir de tabanca gördü, şu tetiğe  bastıkça gürültü yapanlardan, "Baba bunu da alalım, lütfen, lütfen, lütfen......." derken onuda aldırdı bana, tabi bütüngün bir teknede, başkalarıyla beraber olacağımızı unuttum ama neyse.....  Koştura, koştura gittik iskeleye, dün rezervasyon yaptırdığımız rehberi bulduk, ücretimizi ödedik ve bize teknemizi gösterdi. Önce çocuklar, derken, tam arkamdan bir patırtı koptu, bir de baktım ablam yerde, tam tekneye binmeden yarım bir basamak varmış, onu görmeyip ayağını boşa atınca hooop popo üstü yere..... neyse kaldırdık yerinden tekneye bindik hep beraber, görüntü pek iç açıcı değildi açıkçası. Böyle büyük bir balııkçı teknesini, gezi teknesine çevirmişler sanki. Ablam bir de üst kata baktı, sora aşağı indi, başladı söylenmeye, "bu tekne çok kötü, bununla tüm gün gezilmez vs. vs...." Tamam çok kötü göründüğü konusunda onunla hem fikirdim ama bir yandan da bazen böyle kötü görünen şeylerin altından güzellikler veya güzel maceralar da doğabilir diyordu içimden bir ses.... Ablama rehberle git konuş dedim, belki başka tekneleri vardır. Gitti konuştu, başka tekneleri yokmuş, 20 TL. kesinti ile para iadesi yapabilirlermiş, o da kabul etmiş bunu ve hemen geri döndü başka tekneye gidiyoruz diye. Topladık eşyaları çoluğu çocuğu, tam başka tekne aramak üzere yola düşerken, iskelede kaptan geldi yanımıza, "Abla, tamam talihsiz bir olay yaşadın tekneye binerken düştün ama bizim teknemiz gerçekten güzeldir, fazla kalabalıkda olmaz, hizmette de kusur etmeyiz, hem hiç gitmediğiniz koylara götüreceğiz sizi falan filan"  biz de hadi gel bunla gidelim diyince ablam da ikna oldu. Yine aynı tekneye ger, döndük. Ablam hemen üst kata çıkıp, şezlonglarımızı kafasına göre ayarladı. Biz tekneye binen ilk yolculardandık, sonra başkaları da geldi ve yaklaşık 20 kişiye ulaştığımızda tekne hareket etti.




Uğrayacağımız ilk koy Ziraatçiler koyu. Akyaka dan biraz açılınca denize baktığında öyle güzel bir turkuaz görüyorsun ki, sonra kıyıya yaklaştığında, o meşhur broşürler ve fotoğraflar da yayınlanan resimleri gerçekten yaşıyorsun, turkuazdan yeşile çalan o harika renk tonları, Akyaka dan çıkıp, körfezin karşı kıyısına vardığımızda, Ziraatçiler koyunada varmış olduk, küçücük bir koy ama su öylesine temiz ve berraktı ki, derken teknemiz demir attı ve kaptanımız istediğimiz kadar yüzebileceğimizi söyledi. Yalın için yeni aldığımız simidi şişirdim hemen, üstüne geçirdik, kolluklarıda taktık ve basmaklardan yavaşça suya indiiiik.......

 Bizimkinin ayakları yere basmayınca korktu tabi, sarıldı bana sonra annesini gördü annesine, "beni bırakmayın sakın ben boğulurum" diyor sürekli.





Sonra bir eliyle bizi diğer eliyle teknenin basamaklarını tutup öylece kaldı. Güvenlik hat safhada ama adam hiç umursamıyor, sonunda hadi çıkalım bari dedik, "Beni gerçek bir denize götürün" diye söylene söylene merdivenlerden yukarı çıktı. Böylece Yalını tekneden yüzdüremiyeceğimizi anladık. Herkes denizden çıktıktan sonra ziraatçiler koyundan ayrıldık, ve bir sonraki koya doğru yol almaya başladık. Öğlene kadar bir kaç koy daha gezdik, bunlardan bir Lacivert koy aklımda kaldı. Suyun rengi gerçekten lacivertti burada, ve yukardan baktığında herşey adeta bir akvaryumun içine bakıyormuşçasına görünüyordu. Öğlen yemeğini Tavşanlı adasında yedik, burada aynı zamanda su altı mağaraları da vardı ve yanıma gözlük şnorkel almadığıma çok pişman oldum. Öğlen yemeğimiz tavuk ızgara, makarna, ve yeşil salata dan oluşuyordu, tavuk ve salata tamamdı ama makarna insanın damağına yapışıyordu. Yalın önce "ben soslu makarna yemeeeeemmmm!" dedi neden sonra "bi tadına baksam hiç de fena olmaz değil mi?" diyip yumuldu makarnalara..... Öğlen yemeğini bitirip başladık burada yüzmeye, Alkım " Baba ben teknenin 2. katına çıkıp ordan atlıycam suya " dedi iyi dedim hadi atla bakalım, çıktı ve hooooop çivileme atladı suya...... Aferin benim cesur oğluma..... (Videosu Hemen Aşağıda) veya  http://www.dailymotion.com/video/xekgqh_alkym-teknenin-2-katyndan-suya-atly_travel

Sonra hoşuna gitti, defalarca devam etti...




Bu durum annesinin de iştahını kabarttı, biraz sonra bir de baktım ki Gaye hanımda çıkmış teknenin 2. katında demirlerin üstüne, atlardın atlayamazdın, derken..... cooooooofffffffff........ hem de balıklama....



Alkım bana da çok söyledi baba sen de atla diye ama bir önceki koyda Yalını eğlendirmek için çivileme atlarken öyle bir dibe battım ki çık çık bitmiyor, acayip su yuttum, ordan da atlarsam geri çıkamam diye korktum açıkçası. Derken buradaki yemek ve yüzme molasıda bitti, bir sonraki durak Sedir adası, diğer adı ile Kleopatra.... Bu arada Yalın kaptan yine iş başında. Kaptan kamarasının yolunu öğrendiği gibi hemen soluğu dümenin başında aldı.



 

Adam sadece dümeni tutup gitse iyi, "Amca bu düğmeye basarsam ne olur?" "amca bu ne?"  "gaz kolu evladım" "gaz yaparsam ne olur?" "sen sadece dümeni tut evladım" diye giden zun diyaloglar.... Ben gördüm ki buranın kaptanları çok sabırlı insanlar..... Dünkü de bugünkü de sabırla it buraya çek buraya uğraştılar Yalın la..... Neyse bizim Yalın kaptanı  zar, zor uzaklaştırdık dümenin başından.

Bir sonraki durak olan Sedir adasına vardık sonra. Gelmeden önce pek çok yerden duymuştuk ününü. Rivayete göre Kleopatra bu koyu çok beğenmiş ve gemilerle bu plaja kum taşıtıp serdirmiş, ve harika kumluk bir plaj yaratmış. İçeriye girişte aynı bir müzeye girer gibi bilet kesiyorlar, sadece plaj değil,  tarihi bir sürü başka kalıntı da var, bir kilise ve amfi tiyatro..... Fakat biz plaja odaklandığımız için direk ona yöneldik. Hepimiz de Yalın buradan denize girer artık diye düşünsek te, Yalın mız, mız yapıp  "girmiycem ben denize" diye tutturdu..... Plaj çok kalabalık olduğu için önce gölge bir yerde Yalın ve çantaların başında ilk nöbeti ben aldım, millet denize girdiğinde defalarca sormama rağmen beyimizden hayır cevabı aldım, derken bir süre sonra Gayecim yanımıza geldi nöbeti benden devir almak için, tam kalkıp giderken dur şuna biraz ısrar edeyim elinden tuttuğum gibi götürüp denize sokayım dedim.... Bu ağlaya, zırlaya geldi, yok ben simidi takmak istemem yok canavarlar varmıdır falan derken, denize gireceğimiz basamağa geldik.... Basamak suyun içinde, biraz yosun tutmuş, biraz da derinde... Neyse ben adımımı atmamla hop düştüm suya, tabi Yalın da elimi tuttuğu için o da benimle hoooop.... bir de böyle bir şok yaşayınca iyice ağlamalar falan..... neyse sonra güç bela susturduk...... Biraz sonra Halası ve Alkım da geldi, ama ne fayda illa ki beni çıkart ben üşüdüm, bu arada su da hamam suyu gibi, imkan yok üşümesine, sonra baktı olmıyacak " beni annem tutsun" demeye başladı, bunun üstüne ablam nöbeti devraldı, Gaye geldi..... biraz yüzdüler sonra Yalın yine su koy verdi.... Kleopatra abartıldığı kadar güzel bir koymuş, incecik ipeksi kumdan oluşan plajı, ile tam bir doğa harikası. Kum dağılıp yok oluyor diye plajı artık kaptmışlar, denizin suyu okadar güzel ve sıcaktı ki teknenin burada kaldığı bir saat boyunca sudan hiç çıkmadık......

Kleopatra dan saat 05:00 te ayrıldık ve bir koya daha uğradık orada da bir yüzme molası, sonra gerisin geriye Akyaka....

Akşam olupta şöyle bir oturduğumuzda baktık ki bütün gün güneşin etkisiyle hepimiz nar gibi kızarmışız.




Dönüş yolunda vakit nasıl geçerde Yalını yerine sabitleriz diye düşünürken.... Önüne bir paket cips koymak geldi aklımıza..... Adam bir yumuldu cipslere, on parmağın onuda ağızında......

 

Bu arada Alkım da teknenin kenarından ayaklarını sallandırıp cips keyfi yaptı bir güzel....


 

Değişik bir başlangıç olmasına rağmen, güzel bir tur oldu denilebilir. Teknenin diğer yolcularıda hep uyumlu ve arkadaş canlısı insanlardı, hatta bir tane adam vardı boyuna dibe dalıp Yalın için istiridye kabuğu çıkarıyordu en sonunda bizim ki ne yaptı dersiniz... "Ne yapıcam ben bunu?" deyip hop suya geri attı.... Akşam gelirken teknede masanın üstünde o istiridye kabuklarıyla bize "bul karoyu al paroyu" yapmayı da ihmal etmedi.......
Miro adında bir köpek bile vardı teknede, ve o bile uyumluydu......
Günün sonunda güzel ayrıldık hepimiz de.... tekne dandikti falan ama birlikte yolculuk eden herkesin sabırlılığı ve uyumu, günün güzel anı hanesine geçmesine yardımcı oldu. Bakalım yarın bizi neler bekliyor......
YAŞASIIIIIN TATİİİİLLLLL!..... :)

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Akyaka da 2. gün

Egenin huzurlu bir köşesiymiş Akyaka.... Azmak çayı buranın en önemli serinleme ve hayat kaynağı denilebilir... İnsanları hoş ve yardımsever, çarşısı fazla büyük olmasada, bir kaç market hemen hemen bütün ihtiyaçlarımız için bize yetiyor. İlk gün sokakta bir seyyar satıcından nefis yayla domatesi aldık, gerçekten lezzetliydi.
Otelimiz çarşıya ve dolayısıyla deniz kenarına yürüyerek yaklaşık beş dakikalık mesafede,  arkasında ıssız tepeler ve orman var Azmak çayıda hemen önünden akıyor, balkona çıktığında manzarayı seyretmek çok zevkli. Akşamın geç saatlerinde bile Azmak çayında yüzen insanlar görebiliyorsun üstelik hava da çok boğucu değil. Gelmeden önce sivrisinek konusunda çok uyaran oldu ama, o kadar abartılacak kadar sinek bile görmedik......

Neyse gelelim 2. Akyaka günümüze......

Sabah, yayla dometesleri, peynirler, ekmekler, taze salatalıklar, ve
Gayeciğimin yaptığı adam suratlı yumurtaları yedik.
Güzel bir kahvaltıydı, Yalın yine mız mız la başladı güne, 1. gün çok yoruldu ama, çarşıdan dönerken ayakta uyumaya başlamıştı ki hemen kucağıma aldım, otele dönünce de yatağında heralde şöyle 3 saat uyumuştur. Bu arada otelin televizyonunda CN (Cartoon Networks) yayını olduğunu görmek Yalın dan çok bizi sevindirdi.

Bugünkü planımız bir tekne ile Çınar Koyuna gitmek. Saat 10:00 da teknede olmayı planlamıştık ama, 11:00 de ancak otelden çıkabildik.
Alışveriş falan derken, ancak saat 12:00 Çınara doğru yola koyulduk.
Tekne Akyaka dan açılınca bizim Yalın kaptan hemen dümene sarıldı.
Teknemizin kaptanı bu gibi durumlara alışık olsa gerek, hiç yadırgamadan bıraktı dümeni bizimkine.
Bir süre dümeni salladık, bu arada büyük kaptanda ufak komutlar veriyor, Yalın da hepsine uyuyordu, sonra kendiliğinden yoruldum dedi ve dümeni gerçek sahibine bıraktı. Yolculuk kısa ve zahmetsiz oldu, ve meşhur Çınar koyuna vardık.... Hoş bir sahil, deniz çok berrak ve kumsal küçük yuvarlak taşlardan oluşuyordu ve Akyaka nın plajından daha sakindi. Koyun tam ortasından bir tatlı su kaynağı denize karışıyor, bu nedenle duş ihtiyacı yok, herkes denizden çıkar çıkmaz dereye bir dalıp çıkıyor, hooop bütün deniz tuzundan kurtuluyor, bir de küçük kafeteryası var (çok da küçük denilemez aslında, öğlen yemeğimizi orada yedik te, balık ızgaralar, patates tavalar, salatalar, üstelik sunumda gayet güzeldi) Neyse... Tekne yanaşır yanaşmaz hemen  koştuk sahile, şezlong şemsiye falan, sonra daldık denize. Öyle bir sıcak su ki , harika, çıkmak istemedik hiç, sonra bir de baktık ki bir buçuk saat olmuş denize gireli. Öğlen yemeğine gitmeden, ağzımızdan bir balık lafı çıktığında Yalın bunu yakaladı vr "keşke balık olsaydı da yeseydim" dedi. Koyun içindeki kafeye gittik bir güzel yermiş meğer... ne arasan var. Alkım ve Yalına eeeee tabi kendimizede güzel bir ziyafet çektik burada. Sonra tekrar deniz, derken akşam beş dönüş saati. Güzel bir gün oldu, en azından hedeflediğimiz geziyi yapmış olduk ve akşam olduğunda herkes gayet mutluydu. YAŞASIN TATİL.

22 Ağustos 2010 Pazar

Akyaka da ilk günümüz


Yola çıkarken
Yola Çıkarken




Feribot



Azmak Çayı ve Kazları



Azmak Çayı Kenarında Serinlerken
Yengeç Kıral (Karşılama Komitesinin Başında o var dı)

Yalın Kendini Serinletiyor










Balkonumuz



Maskeli Beşlerin Yeni Elemanı



Kumdan Kaleler
Kumdan Kaleler (ama çok özenli yapıyoruz)

Bekle beni Deniz Ben geliyorum
Dalgalar la Dans (Otele Dönerken Kucağımıza almak Zorunda kaldık yorgunluktan baygın düştü resmen)
Kumdan Kaleler






21 Ağustos 2010 Cumartesi

Kocaman Adam

Bu Gün Tatil...

Yıllık iznimin ilk günü.... Kısaca neşe doluyor insan...
Kamp Ateşimiz
Oğlum Alkım da yaklaşık 2 aylık bir aradan sonra aramıza katıldı... (Eğin de Babannesi ve Dedesiyle vakit geçiriyordu) En çok ta kardeşi Yalın ın hoşuna gitti bu iş, çok özlemiş abisini, sabah sabah ne oyunlar oynadılar... Bu akşam yolculuk var, dolayısıyla da hararetli bir hazırlık.... Yıllar sonra, ilk defa Marmara haricinde bir yerde denize gireceğiz... Anlıyacağınız biraz heyecan sardı içimizi, rutini az da olsa değiştireceğiz.  Üstelik daha önce hiç gitmediğimiz bir yere Akyaka ya gidiyoruz. Umarım herşey güzel olur, gerçi internetten gördüğüm ve gidenlerin anlattıklarına göre, güzel yermiş, bir sürü küçük koydan bahsediyorlar, sonra Azmak çayı falan, tekne gezileri.... Güzel olacak güzel...
Alkım ve Eğin