Dün Çınar koyuna giderken koyları dolaşan tekne turlarına şöyle bir göz attık. Kişi başı 20 TL. ye gün boyunca yedi koy geziyorlarmış, koyların arasında meşhur Sedir adası da var, çocuklardan da sadece 5 TL. alıyorlarmış. Hoşumuza gitti ve rezerevasyon yaptırdık. Sabah 10:00 da hareket, onun için saatlerimizi kurduk, sabah erkenden kalkıp hızlı bir kahvaltıyla saat 09:30 da attık kendimizi dışarıya. Daha çarşıdan alışveriş faslı falan da var, Yalın için bir can simidi alalım ki kumsaldan yürüyerek girmeye alışık, tekneden girerken korkmasın. Can simidini alırken yanında bir de tabanca gördü, şu tetiğe bastıkça gürültü yapanlardan, "Baba bunu da alalım, lütfen, lütfen, lütfen......." derken onuda aldırdı bana, tabi bütüngün bir teknede, başkalarıyla beraber olacağımızı unuttum ama neyse..... Koştura, koştura gittik iskeleye, dün rezervasyon yaptırdığımız rehberi bulduk, ücretimizi ödedik ve bize teknemizi gösterdi. Önce çocuklar, derken, tam arkamdan bir patırtı koptu, bir de baktım ablam yerde, tam tekneye binmeden yarım bir basamak varmış, onu görmeyip ayağını boşa atınca hooop popo üstü yere..... neyse kaldırdık yerinden tekneye bindik hep beraber, görüntü pek iç açıcı değildi açıkçası. Böyle büyük bir balııkçı teknesini, gezi teknesine çevirmişler sanki. Ablam bir de üst kata baktı, sora aşağı indi, başladı söylenmeye, "bu tekne çok kötü, bununla tüm gün gezilmez vs. vs...." Tamam çok kötü göründüğü konusunda onunla hem fikirdim ama bir yandan da bazen böyle kötü görünen şeylerin altından güzellikler veya güzel maceralar da doğabilir diyordu içimden bir ses.... Ablama rehberle git konuş dedim, belki başka tekneleri vardır. Gitti konuştu, başka tekneleri yokmuş, 20 TL. kesinti ile para iadesi yapabilirlermiş, o da kabul etmiş bunu ve hemen geri döndü başka tekneye gidiyoruz diye. Topladık eşyaları çoluğu çocuğu, tam başka tekne aramak üzere yola düşerken, iskelede kaptan geldi yanımıza, "Abla, tamam talihsiz bir olay yaşadın tekneye binerken düştün ama bizim teknemiz gerçekten güzeldir, fazla kalabalıkda olmaz, hizmette de kusur etmeyiz, hem hiç gitmediğiniz koylara götüreceğiz sizi falan filan" biz de hadi gel bunla gidelim diyince ablam da ikna oldu. Yine aynı tekneye ger, döndük. Ablam hemen üst kata çıkıp, şezlonglarımızı kafasına göre ayarladı. Biz tekneye binen ilk yolculardandık, sonra başkaları da geldi ve yaklaşık 20 kişiye ulaştığımızda tekne hareket etti.



Uğrayacağımız ilk koy Ziraatçiler koyu. Akyaka dan biraz açılınca denize baktığında öyle güzel bir turkuaz görüyorsun ki, sonra kıyıya yaklaştığında, o meşhur broşürler ve fotoğraflar da yayınlanan resimleri gerçekten yaşıyorsun, turkuazdan yeşile çalan o harika renk tonları, Akyaka dan çıkıp, körfezin karşı kıyısına vardığımızda, Ziraatçiler koyunada varmış olduk, küçücük bir koy ama su öylesine temiz ve berraktı ki, derken teknemiz demir attı ve kaptanımız istediğimiz kadar yüzebileceğimizi söyledi. Yalın için yeni aldığımız simidi şişirdim hemen, üstüne geçirdik, kolluklarıda taktık ve basmaklardan yavaşça suya indiiiik.......
Bizimkinin ayakları yere basmayınca korktu tabi, sarıldı bana sonra annesini gördü annesine, "beni bırakmayın sakın ben boğulurum" diyor sürekli.


Sonra bir eliyle bizi diğer eliyle teknenin basamaklarını tutup öylece kaldı. Güvenlik hat safhada ama adam hiç umursamıyor, sonunda hadi çıkalım bari dedik, "Beni gerçek bir denize götürün" diye söylene söylene merdivenlerden yukarı çıktı. Böylece Yalını tekneden yüzdüremiyeceğimizi anladık. Herkes denizden çıktıktan sonra ziraatçiler koyundan ayrıldık, ve bir sonraki koya doğru yol almaya başladık. Öğlene kadar bir kaç koy daha gezdik, bunlardan bir Lacivert koy aklımda kaldı. Suyun rengi gerçekten lacivertti burada, ve yukardan baktığında herşey adeta bir akvaryumun içine bakıyormuşçasına görünüyordu. Öğlen yemeğini Tavşanlı adasında yedik, burada aynı zamanda su altı mağaraları da vardı ve yanıma gözlük şnorkel almadığıma çok pişman oldum. Öğlen yemeğimiz tavuk ızgara, makarna, ve yeşil salata dan oluşuyordu, tavuk ve salata tamamdı ama makarna insanın damağına yapışıyordu. Yalın önce "ben soslu makarna yemeeeeemmmm!" dedi neden sonra "bi tadına baksam hiç de fena olmaz değil mi?" diyip yumuldu makarnalara..... Öğlen yemeğini bitirip başladık burada yüzmeye, Alkım " Baba ben teknenin 2. katına çıkıp ordan atlıycam suya " dedi iyi dedim hadi atla bakalım, çıktı ve hooooop çivileme atladı suya...... Aferin benim cesur oğluma..... (Videosu Hemen Aşağıda) veya
http://www.dailymotion.com/video/xekgqh_alkym-teknenin-2-katyndan-suya-atly_travel
Sonra hoşuna gitti, defalarca devam etti...
Bu durum annesinin de iştahını kabarttı, biraz sonra bir de baktım ki Gaye hanımda çıkmış teknenin 2. katında demirlerin üstüne, atlardın atlayamazdın, derken..... cooooooofffffffff........ hem de balıklama....
Alkım bana da çok söyledi baba sen de atla diye ama bir önceki koyda Yalını eğlendirmek için çivileme atlarken öyle bir dibe battım ki çık çık bitmiyor, acayip su yuttum, ordan da atlarsam geri çıkamam diye korktum açıkçası. Derken buradaki yemek ve yüzme molasıda bitti, bir sonraki durak Sedir adası, diğer adı ile Kleopatra.... Bu arada Yalın kaptan yine iş başında. Kaptan kamarasının yolunu öğrendiği gibi hemen soluğu dümenin başında aldı.
Adam sadece dümeni tutup gitse iyi, "Amca bu düğmeye basarsam ne olur?" "amca bu ne?" "gaz kolu evladım" "gaz yaparsam ne olur?" "sen sadece dümeni tut evladım" diye giden zun diyaloglar.... Ben gördüm ki buranın kaptanları çok sabırlı insanlar..... Dünkü de bugünkü de sabırla it buraya çek buraya uğraştılar Yalın la..... Neyse bizim Yalın kaptanı zar, zor uzaklaştırdık dümenin başından.
Bir sonraki durak olan Sedir adasına vardık sonra. Gelmeden önce pek çok yerden duymuştuk ününü. Rivayete göre Kleopatra bu koyu çok beğenmiş ve gemilerle bu plaja kum taşıtıp serdirmiş, ve harika kumluk bir plaj yaratmış. İçeriye girişte aynı bir müzeye girer gibi bilet kesiyorlar, sadece plaj değil, tarihi bir sürü başka kalıntı da var, bir kilise ve amfi tiyatro..... Fakat biz plaja odaklandığımız için direk ona yöneldik. Hepimiz de Yalın buradan denize girer artık diye düşünsek te, Yalın mız, mız yapıp "girmiycem ben denize" diye tutturdu..... Plaj çok kalabalık olduğu için önce gölge bir yerde Yalın ve çantaların başında ilk nöbeti ben aldım, millet denize girdiğinde defalarca sormama rağmen beyimizden hayır cevabı aldım, derken bir süre sonra Gayecim yanımıza geldi nöbeti benden devir almak için, tam kalkıp giderken dur şuna biraz ısrar edeyim elinden tuttuğum gibi götürüp denize sokayım dedim.... Bu ağlaya, zırlaya geldi, yok ben simidi takmak istemem yok canavarlar varmıdır falan derken, denize gireceğimiz basamağa geldik.... Basamak suyun içinde, biraz yosun tutmuş, biraz da derinde... Neyse ben adımımı atmamla hop düştüm suya, tabi Yalın da elimi tuttuğu için o da benimle hoooop.... bir de böyle bir şok yaşayınca iyice ağlamalar falan..... neyse sonra güç bela susturduk...... Biraz sonra Halası ve Alkım da geldi, ama ne fayda illa ki beni çıkart ben üşüdüm, bu arada su da hamam suyu gibi, imkan yok üşümesine, sonra baktı olmıyacak " beni annem tutsun" demeye başladı, bunun üstüne ablam nöbeti devraldı, Gaye geldi..... biraz yüzdüler sonra Yalın yine su koy verdi.... Kleopatra abartıldığı kadar güzel bir koymuş, incecik ipeksi kumdan oluşan plajı, ile tam bir doğa harikası. Kum dağılıp yok oluyor diye plajı artık kaptmışlar, denizin suyu okadar güzel ve sıcaktı ki teknenin burada kaldığı bir saat boyunca sudan hiç çıkmadık......
Kleopatra dan saat 05:00 te ayrıldık ve bir koya daha uğradık orada da bir yüzme molası, sonra gerisin geriye Akyaka....
Akşam olupta şöyle bir oturduğumuzda baktık ki bütün gün güneşin etkisiyle hepimiz nar gibi kızarmışız.
Dönüş yolunda vakit nasıl geçerde Yalını yerine sabitleriz diye düşünürken.... Önüne bir paket cips koymak geldi aklımıza..... Adam bir yumuldu cipslere, on parmağın onuda ağızında......
Bu arada Alkım da teknenin kenarından ayaklarını sallandırıp cips keyfi yaptı bir güzel....
Değişik bir başlangıç olmasına rağmen, güzel bir tur oldu denilebilir. Teknenin diğer yolcularıda hep uyumlu ve arkadaş canlısı insanlardı, hatta bir tane adam vardı boyuna dibe dalıp Yalın için istiridye kabuğu çıkarıyordu en sonunda bizim ki ne yaptı dersiniz... "Ne yapıcam ben bunu?" deyip hop suya geri attı.... Akşam gelirken teknede masanın üstünde o istiridye kabuklarıyla bize "bul karoyu al paroyu" yapmayı da ihmal etmedi.......
Miro adında bir köpek bile vardı teknede, ve o bile uyumluydu......
Günün sonunda güzel ayrıldık hepimiz de.... tekne dandikti falan ama birlikte yolculuk eden herkesin sabırlılığı ve uyumu, günün güzel anı hanesine geçmesine yardımcı oldu. Bakalım yarın bizi neler bekliyor......
YAŞASIIIIIN TATİİİİLLLLL!..... :)