24 Eylül 2010 Cuma
18 Eylül 2010 Cumartesi
4 Eylül 2010 Cumartesi
Akyaka da 8. Gün ve Dönüş
Tatile ait fotoğları
Burada bulabilirsiniz.
Bu gün, tatilin Akyaka ayağı bitiyor. Bir gün önce otel yetkilileriyle konuşma fırsatı bulamadığımızdan, odayı ne zaman bırakacağımız hala belirsiz. Sabah kalkıp, yine çanta toparlamaca işlerine başladık. Bu arada kahvaltımızı da hazırladık bir yandan. Sonra ben hem hesap kesmeye hem de odamızı mümkünse akşam 21:00 de bırakmayı önermeye gittim. (Böylece bu gün de akşama kadar kumlu denize takılabicektik) Otelin sahiplerinden Esat beyle konuştum, ama maalesef mümkün olamayacağını öğrendim, odamız başka birisi için rezerve edilmiş. Esat Bey bize başka bir şey önerdi sonra, “siz odanızı boşaltın, çantalarınız burada resepsiyonda muhafaza edebiliriz, gidip denize girip gelin, ben size duş alacak bir yer göstereceğim” dedi, güzel bizim için bu da yeterli. Kendi odamız olsaydı daha iyiydi ama neyse. Hesabı kesip hemen odaya çıktım, Ablam ve Gaye yi alarma geçirdim. Hemen çantaları topladık, deniz kenarında kullanacağımız malzemeyi de küçük çantalarda yanımıza aldık, bavullarımızı resepsiyona indirip, doğruca Akyaka Plajı nın yolunu tuttuk. Bu kez farklı bir yoldan indik plaja, (Son gün bile kullanmadığımız bie yol kalmış ) Derenin kenarından limana kadar gittik, plaj da hemen arkasında zaten. Burası da güzelmiş, Akyaka nın bir yazlık sineması bile varmış, sonra derenin üstünde kocaman bir tahta köprü varmış, teknede balık ekmek satanlar, resmen şehrin bir başka yüzü varmış burada bugüne kadar keşif etmediğimiz. Neyse plaja vardık yine Körfez Restaurant ın önünden dört tane şezlong kiraladık, içeceklerimizi de söyledik oturur oturmaz, gelsin şezlong minderleri. Sonra Yalın ve Alkım, hemen başladılar, “hadi denize girmiyor muyuz?” diye. Güneş yağları, içecekler bitsin, sonra…. Haydiiiiiiiii!...... daldık suya, bu gün iyice tadını çıkartmalıyız artık, akşama dönüyoruz çünkü. Yaklaşık bir yarım saat sonra Gaye “Hadi çıkalım” demeye başladı, Yalın bu lafı duyunca hemen Hayııııırrrrr!.... diyerek ağlamaya başlıyor. Ben de durumu yumuşatmak için Gaye ye “Sen çık biz çıkmıyoruz, gece burada yatıcağız” deyip onu gönderiyordum, bunu artık Yalın söylemeye başladı Gaye ye “Sen çık anne biz gece burada yatacağız” ..... Şu pompa şeklinde su tabancalarından aldık, Alkım ve Yalın doyana kadar oynadılar artık. Sonra güç bela Yalın ı ikna edebildik sudan çıkmaya, “Hadi kıyıya kadar yüzelim sonrada çıkıp biraz ısınalım” bu arada denize gireli bir saat olmuş. Çıktık biraz ısındık, Yalın ve Alkım da kum oyunlarına başladılar tabi, bizde şezlonglara uzanıp güneşlenmeye koyulduk, kulaklıkları kulağına takıp, sevdiğin bir şarkının tıngırtısıyla, o kadar keyifli oluyor ki, her an alışabilirim. Biraz ısındıktan sonra, “Öğlen yemeğini nerede yesek?....” Diye düşünürken, hadi bugün de Körfez Restaurant a takılalım bari dedik. Yemek bittikten sonra Yalın ı tutabilene aşk olsun tabi, Gaye Alkım ve Yalın ı denize götürürken ben de hesap la ilgileneyim dedim, bu arada ablamın da telefonu çaldı, yanımda telefonla konuşuyor, derken arkamızdaki duvardan hoop kedinin biri masaya uçtu, Alkımın yarım bıraktığı hamburgere göz dikmiş te… dur hop falan derken korktu ve geldiği yoldan kaçtı, ben de o hamburgerin köftesini duvarın kenarına bıraktım gelsin yesin diye, az sonra bir de baktım ki yalana, yalana götürüyor. Bizimkiler girdi denize, sonra çıktılar bir de benimle girdiler, akşam 17:00 ye kadar devam ettik böyle, sonra toparlanıp, çarşının içinden yavaş, yavaş otelin yolunu tuttuk. Pazar günleri bir el işi pazarı kuruluyor, onun içinden geçip, birkaç hediyelik eşya da bakalım dedik.
Alkım ın kafasında bir Vodo bebek almak vardı, Yalın da kukla istiyor ilk günden beri. Neyse Vodo, kukla derken, geçici dövme yapan adamın tezgahını gördük. Alkım a “ hadi sana bir dövme yaptıralım” dedim, olur dedi, başladık motif seçmeye, bunlar güzel oluyor aslında, keşke akıl etseydik de tatilin başında hepimize yaptırsaydık diye hayıflandım sonra. Hint kınasının içine siyahlık versin diye kan taşı tozu katıp kalemle sürüyorlar, iki – üç hafta da kalıyormuş, ne güzel. Alkım sonunda bir ejderha beğendi. Adam önce Alkım ın beğendiği motifi aydıngerin üzerine göz kalemine benzer bir kalemle çizdi, sonra bunu, Alkım ın kolunun üzerine yapıştırıp, motifin kontürlerini Alkım ın kolunun üzerine çıkarttı, sonra ince bir bambu çubuğu eline alıp o hint kınası, kantaşı tozu karışımını sulandırarak, Alkım ın kolunun üzerine çıkmış motifi boyadı.
On dakika da bitti iş. Bir saat sonra yıkamamız gerekiyormuş, bu arada hiçbir yere sürünmemesi gerekiyor. Neyse oradan çıktık, az ileride tahta oyuncaklar satan başka bir tezgah ta takıldık bu sefer, tahtadan sabır küplerine taktı Yalın kafayı, ille de isterim, sonra başladı ağlamaya, Ablam “Ban alayım bari, çok ağladı çocuk” dese de ben ağlamayı bize silah olarak kullanmasın diye, karşı çıktım, (keşke çıkmasaydım) oradan ayrıldık, Yalın susmuyor tabi, daha büyük vodo bebekler satan bir tezgaha geldik, ve “Hadi bunlardan alalım bari” dedik, ve aldık ta. Bu bebekler, Akyaka ya has şeyler olsa gerek, çünkü başka hiçbir yerde görmedik. İki tane ip yumağına, gözler ve kulaklar eklemişler, bir sürü değişik çeşitleri var, Afrikalı, Şeytana benzeyen, şöylesi, böylesi, Alkım Afrikalı olanı Yalın ise Şeytan gibi olanı seçti, ellerine alır almaz dövüştürmeye başladılar zaten…. (ama Yalın tahtadan yapılmış küpleri yine de unutmadı, dönüş yolunda otobüs mola verdiğinde hatta bu yazıyı yazdığım tatil dönüşünün beşinci gününde bile hala –Baba bana tahta küp alacak mısın? - diye sorup duruyor) Sonra döndük otele, Esat bey duş almamız için kendi kullandığı odayı verdi bize, sırayla girip duşlarımızı aldık. Hala otobüse binmek için iki saatimiz var. Bu süreyi otelin hemen önündeki Azmak deresi manzaralı, Vira Vira Restaurant ta geçirelim dedik, hem de yola çıkmadan önce çocukların karınlarını doyururuz.
Güzel elit bir yermiş Vira Vira, genellikle İngiliz turistlerin takıldığı, hoş bir yer. Oturur oturmaz kazlar geldi hemen yanı başımıza zaten, sonra kazlara ekmek atma maratonu, kazlar yemeye bizim çocuklar atmaya doymuyorlar.
Sonra yemekler falan derken, Yalın alıp başını gidiyor, bir tane bahçe salıncağı bulmuş kendine, neyse ki gözümüzün önünde, bir de labrador yattı önüne, aman, hepimizi sırayla götürüp sevdirdi. Ben bir ara lavaboya gitmiştim, arkamızdaki masaya bir aile oturmuş, 2 de kız çocukları varmış Yalın la yaşıt, uzaktan fark edip gelmiş hemen, “Şurada bir köpek var, gelin size göstereyim” diye, bu arada Yalın masayı şaşırdı diye “Yalın biz buradayız oğlum” diye seslenip duruyormuş, ama duyan yok tabi. Neyse, kalktık oradan, tam da otelin resepsiyonunda bulunan çantalarımızı yolun kenarına taşıyacakken, bir de baktık ki servis aracımız gelmiş, hadi hemen yükledik çantaları paldır küldür, Akyaka ya hüzünlü bir veda ettik. Servis aracı kıvrıla kıvrıla tepeye çıkarken, son bir bakış attık Akyaka ya, ışıkları çok güzel görünüyordu, bu arada Yalın niyeti bozdu ve uyumaya koyuldu, gözleri bir kapanıp bir açılıyor, “aman oğlum sakın uyuma otobüse binene kadar” desek de Gökova kavşağına vardığımızda, ayakta uyuyan bir tip. Uyuyor sonra düşecek gibi olduğu zaman başlıyor mızırdanmaya, bavulların üstüne oturttuk, yine aynı, gelen otobüslere “Bunlarda da televizyon vardır hadi binelim” diye tutturuyor. Bir yarım saat kadar bekledikten sonra, nihayet otobüsümüz geldi, ben bagajlarla ilgilenirken, Gaye çocukları yerleştirdi, bagajları sakince yerleştirirken birden bir haber geldi, diğer otobüsler yolun ortasında kalmış, trafik kilitlenecek diye, hadi paldır küldür attık çantaları bagaja, koyulduk yola. Beni aldı bir korku, acaba orada çanta bıraktık mı? Diye, muavini görünce, söyledim kendisine, zaten bana dört bagaj fişi verdi, halbuki bizim sekiz adet çantamız var. İlk mola yerinde bakmaya karar verdik, sonra otobüs Muğla da yolcu almak için durduğunda, hemen baktık bagajlara, bir sorun yok gibi görünüyor, ben hala emin değilim ama bakalım. Muğla dan hareket ettiğimizde otobüs Yalın nın kahkahalarıyla yankılanıyordu, Tiger seyrediyormuş, televizyonunda, şapşal ayı diyorlarmış çok hoşuna gitmiş. Muğla Aydın arasında bir ara jandarma durdurdu otobüsü, kimlik taraması yapacaklarmış, verdik kimlikleri, biraz bekledik, sonra koyulduk yola tekrar, asayiş berkemal. İzmir ‘di, Manisa’ydı, Bursa’ ydı derken, geldik feribota, bir sigara molası vereyim dedim. Yukarı çıktım bir kahve aldım önce, sonra zemin katta bulunan açık alana gidip yaktım sigaramı. Aman Allahım, anons üzerine anons, “Değerli yolcularımız, yolculuğumuzun sıhhatli geçmesi açısından, tüm kapalı ve açık alanlarda sigara içmemeniz, önemle rica olunur”. Sanki vapurda bir tek ben sigara içiyormuşum gibi, ben sigaramı yakıp ta söndürdüğüm ana kadar, anonslar neredeyse hiç durmadı. Sonunda vardık İstanbul a, Ataşehir de otobüsten inip, bagajlarında eksiksiz geldiğini görünce daha da mutlu oldum.
İstanbul bıraktığımız gibi, hiç bir değişiklik yok. Sadece hava biraz serinlemiş o kadar. Trafiği, kalabalığı, hava kirliği aynı.
Çok güzel ve zevkli zamanlar geçirdik, her şeyden önemlisi kazasız, belasız bir tatil oldu. İnsan sevdikleriyle olduktan sonra ve onları da mutlu gördükten sonra nerede olduğunun çok da önemi yok aslında. Farklı bir şeyler yaşamamız anlamında, güzel oldu bu Akyaka gezisi.
![]() |
| Akyaka Tatil Fotoğrafları |
Burada bulabilirsiniz.
Bu gün, tatilin Akyaka ayağı bitiyor. Bir gün önce otel yetkilileriyle konuşma fırsatı bulamadığımızdan, odayı ne zaman bırakacağımız hala belirsiz. Sabah kalkıp, yine çanta toparlamaca işlerine başladık. Bu arada kahvaltımızı da hazırladık bir yandan. Sonra ben hem hesap kesmeye hem de odamızı mümkünse akşam 21:00 de bırakmayı önermeye gittim. (Böylece bu gün de akşama kadar kumlu denize takılabicektik) Otelin sahiplerinden Esat beyle konuştum, ama maalesef mümkün olamayacağını öğrendim, odamız başka birisi için rezerve edilmiş. Esat Bey bize başka bir şey önerdi sonra, “siz odanızı boşaltın, çantalarınız burada resepsiyonda muhafaza edebiliriz, gidip denize girip gelin, ben size duş alacak bir yer göstereceğim” dedi, güzel bizim için bu da yeterli. Kendi odamız olsaydı daha iyiydi ama neyse. Hesabı kesip hemen odaya çıktım, Ablam ve Gaye yi alarma geçirdim. Hemen çantaları topladık, deniz kenarında kullanacağımız malzemeyi de küçük çantalarda yanımıza aldık, bavullarımızı resepsiyona indirip, doğruca Akyaka Plajı nın yolunu tuttuk. Bu kez farklı bir yoldan indik plaja, (Son gün bile kullanmadığımız bie yol kalmış ) Derenin kenarından limana kadar gittik, plaj da hemen arkasında zaten. Burası da güzelmiş, Akyaka nın bir yazlık sineması bile varmış, sonra derenin üstünde kocaman bir tahta köprü varmış, teknede balık ekmek satanlar, resmen şehrin bir başka yüzü varmış burada bugüne kadar keşif etmediğimiz. Neyse plaja vardık yine Körfez Restaurant ın önünden dört tane şezlong kiraladık, içeceklerimizi de söyledik oturur oturmaz, gelsin şezlong minderleri. Sonra Yalın ve Alkım, hemen başladılar, “hadi denize girmiyor muyuz?” diye. Güneş yağları, içecekler bitsin, sonra…. Haydiiiiiiiii!...... daldık suya, bu gün iyice tadını çıkartmalıyız artık, akşama dönüyoruz çünkü. Yaklaşık bir yarım saat sonra Gaye “Hadi çıkalım” demeye başladı, Yalın bu lafı duyunca hemen Hayııııırrrrr!.... diyerek ağlamaya başlıyor. Ben de durumu yumuşatmak için Gaye ye “Sen çık biz çıkmıyoruz, gece burada yatıcağız” deyip onu gönderiyordum, bunu artık Yalın söylemeye başladı Gaye ye “Sen çık anne biz gece burada yatacağız” ..... Şu pompa şeklinde su tabancalarından aldık, Alkım ve Yalın doyana kadar oynadılar artık. Sonra güç bela Yalın ı ikna edebildik sudan çıkmaya, “Hadi kıyıya kadar yüzelim sonrada çıkıp biraz ısınalım” bu arada denize gireli bir saat olmuş. Çıktık biraz ısındık, Yalın ve Alkım da kum oyunlarına başladılar tabi, bizde şezlonglara uzanıp güneşlenmeye koyulduk, kulaklıkları kulağına takıp, sevdiğin bir şarkının tıngırtısıyla, o kadar keyifli oluyor ki, her an alışabilirim. Biraz ısındıktan sonra, “Öğlen yemeğini nerede yesek?....” Diye düşünürken, hadi bugün de Körfez Restaurant a takılalım bari dedik. Yemek bittikten sonra Yalın ı tutabilene aşk olsun tabi, Gaye Alkım ve Yalın ı denize götürürken ben de hesap la ilgileneyim dedim, bu arada ablamın da telefonu çaldı, yanımda telefonla konuşuyor, derken arkamızdaki duvardan hoop kedinin biri masaya uçtu, Alkımın yarım bıraktığı hamburgere göz dikmiş te… dur hop falan derken korktu ve geldiği yoldan kaçtı, ben de o hamburgerin köftesini duvarın kenarına bıraktım gelsin yesin diye, az sonra bir de baktım ki yalana, yalana götürüyor. Bizimkiler girdi denize, sonra çıktılar bir de benimle girdiler, akşam 17:00 ye kadar devam ettik böyle, sonra toparlanıp, çarşının içinden yavaş, yavaş otelin yolunu tuttuk. Pazar günleri bir el işi pazarı kuruluyor, onun içinden geçip, birkaç hediyelik eşya da bakalım dedik.
İstanbul bıraktığımız gibi, hiç bir değişiklik yok. Sadece hava biraz serinlemiş o kadar. Trafiği, kalabalığı, hava kirliği aynı.
Çok güzel ve zevkli zamanlar geçirdik, her şeyden önemlisi kazasız, belasız bir tatil oldu. İnsan sevdikleriyle olduktan sonra ve onları da mutlu gördükten sonra nerede olduğunun çok da önemi yok aslında. Farklı bir şeyler yaşamamız anlamında, güzel oldu bu Akyaka gezisi.
3 Eylül 2010 Cuma
Akyaka da 7. Gün
Bu gün Çınar koyuna gitmek için kararlıyız. Sabah erken kalktık, kahvaltı vs. Bu arada Kamil Koç Akyaka yı da bir arayıp, yarın dönüşümüz nasıl olacak bir öğrenelim bakalım dedik, otobüs biletlerimize göre otobüsümüz saat 21:00 de Marmaris ten hareket ediyor, Akyaka ofisinden görüştüğümüz kişide saat 21:00 de kaldığımız otelin önünde hazır olmamızı söyledi (O saatte bizi servis aracıyla buradan alıp, Muğla - Gökova kavşağında otobüsle buluşturacak). Söyledi ama bizim odayı gündüzden boşaltmamız gerekiyor ... nasıl olacak?..... Kahvaltımızı yaptıktan sonra biraz toparlandık, fazlada geç kalmayalım ki, bugün Çınar koyuna gideceğiz, Yalın ın tabiri ile "Taşlı Deniz" Saat 11:00 gibi ancak indik iskeleye, bir tekne ayarladık, şansımıza ilk gidişimizde de aynı tekneyle gitmiştik. Yalın Kaptan daha iskeledeyken "ben bu gemiyi kullanabilirim baba!.." diye tutturdu biz de "tabi oğlum ama bekle biraz açılsın öyle kullanırsın" dedik ona...... Neyse, tekne limandan çıkıp ta açılınca, Yalın hemen geçti dümenin başına. (VİDEOSU : http://www.dailymotion.com/video/xenc3n_yalin-kaptan_travel )
Yaklaşık yirmi, otuz dakika sonra vardık taşlı denize. Tekne iskeleye yanaşıpta sahili görünce yine hayran kaldık. Çok berraktı suyu, bir de tam iskelenin arkasından küçük bir tatlı su kaynağı akıyordu denize. Sabah deniz de sakin, etrafta sakin sakin, oh! ne güzel. Hemen T shirtleri fora edip, atladık suya, Yalın su konusunda, özgüveninin tepe noktasına ulaştı bu gün. Öyle ki bir ara oyun oynarken daldı suya, üstünde ne kolluk ne de can simidi varken, nasıl gidiyor, suyun çenesine kadar geldiği yerlere, yanında kimse ve üzerinde hiçbir güvenlik önlemi yokken, cesur bir şekilde gidiyor.
Neyse, taşlı denizin bir özelliği de birden derinleşmesi, plajda suyun yetişkin bir insanın boyunu geçen yerlerine koydukları şamandıralar, sahilden taş çatlasın 7 - 8 metrede, Yalın işte bu şamandıraları da geçelim baba diyor. Bir kaç kez üzerinde sadece can simidi varken, geçtik, ama beni korkuttu, bazen akıla gelmiyecek çılgınlıklar yapabiliyor, birden kollarını kaldırıp simidin içinden kayabilir diye, kolluklarınıda taktım sonra. Denize girdiğimiz yer, sahildeki küçük derenin denize karıştığı yere yakın olduğu için, su bir soğuk bir sıcak oluyordu, güzel bir serinleme hissi, bir de bunun yüzünden suyun tuz oranıda az, suyun altında rahatça gözlerimizi açabiliyoruz onun için..... Çınar koyu geçekten çok güzel bir yer. Deniz de uzunca bir süre oynadıktan sonra, hadi biraz çıkıp ısınalım dedik, tam çıkarken suyun üstünde, ters dönmüş küçük bir balık bulduk, Yalın a gösterdim, hemen tuttuğu gibi, koştu kıyıya, "Anne baaaak! ben balık tuttum " diye, heralde bir dere kefaliydi, tatlı sudan tuzlu suya çıkınca ölmüş. Yalın tutturdu bunu pişirip yiyelim diye, biraz daha oturup kuruduktan sonra, kafetaryada birşeyler atıştıralım bari dedik....
Güzel bir yemek,
üstünede dondurma ziyafeti .... http://www.dailymotion.com/video/xelv5z_yalin-dondurma-yerken_travel
Sonra tekrar kaldığımız yerden devam. Öğleden sonra biraz kalabalık oldu sanki, bizim denize girdiğimiz yer biraz kumluk olduğu için, gelen herkes bizim bulunduğumuz o daracık alandan denize giriyor du, ama yinede keyifli bir gün geçirdik, bizi bırakan tekneye, akşam 17:30 - 18:00 arası gelirsin bizi almaya demiştik, saat 17:45 gibi geldi, biz çantaları falan toplarken, Yalın koşa koşa iskeleye gitti bile, hop dur falan derken tekneye atlayacak nerdeyse, Kaptan dediki saat 18:15 gibi hareket edeceğiz, Yalın tutturduğu için biz binmek durumunda kaldık tekneye, bizi gören diğerleri de geldi tabi, biraz bekledikten sonra başladılar söylenmeye, "Nerede bu kaptan, piştik burada vs." diye, neyse fazla beklemeden, kaptan da geldi, yine koydan çıktık, Yalın kaptan dümenin başına geçti hemen, biraz gittikten sonra bıraktı yoruldum deyip. Sonunda Akyaka sahilleri göründü ve Yalın başladı bağırmaya "Yaşasın Kara göründü!..." diye..... Sahile indiğimizde, Yalın ında gelirken "Sakın uyuyayim deme!" modunda olduğunu gördüğümüz için, akşam yemeğini dışarıda yiyelim dedik, ve arada bir kahvaltı yaptığımız, gözlemeciye gitmeye karar verdik. Gözlemeleri midelerimize indirdikten sonra da otelin yolunu tuttuk. Duşlar alındı, kahveler yapıldı, bir sonraki gün odamızı terk edeceğimizi düşünerek biraz çanta topladık.
Güzel bir gün oldu, Çınar koyu bu civarın en güzel kumsallarından biri zaten....... Offffff! Tatil bitiyor artık, yarın son gün......
Yaklaşık yirmi, otuz dakika sonra vardık taşlı denize. Tekne iskeleye yanaşıpta sahili görünce yine hayran kaldık. Çok berraktı suyu, bir de tam iskelenin arkasından küçük bir tatlı su kaynağı akıyordu denize. Sabah deniz de sakin, etrafta sakin sakin, oh! ne güzel. Hemen T shirtleri fora edip, atladık suya, Yalın su konusunda, özgüveninin tepe noktasına ulaştı bu gün. Öyle ki bir ara oyun oynarken daldı suya, üstünde ne kolluk ne de can simidi varken, nasıl gidiyor, suyun çenesine kadar geldiği yerlere, yanında kimse ve üzerinde hiçbir güvenlik önlemi yokken, cesur bir şekilde gidiyor.
Güzel bir yemek,
üstünede dondurma ziyafeti .... http://www.dailymotion.com/video/xelv5z_yalin-dondurma-yerken_travel
Sonra tekrar kaldığımız yerden devam. Öğleden sonra biraz kalabalık oldu sanki, bizim denize girdiğimiz yer biraz kumluk olduğu için, gelen herkes bizim bulunduğumuz o daracık alandan denize giriyor du, ama yinede keyifli bir gün geçirdik, bizi bırakan tekneye, akşam 17:30 - 18:00 arası gelirsin bizi almaya demiştik, saat 17:45 gibi geldi, biz çantaları falan toplarken, Yalın koşa koşa iskeleye gitti bile, hop dur falan derken tekneye atlayacak nerdeyse, Kaptan dediki saat 18:15 gibi hareket edeceğiz, Yalın tutturduğu için biz binmek durumunda kaldık tekneye, bizi gören diğerleri de geldi tabi, biraz bekledikten sonra başladılar söylenmeye, "Nerede bu kaptan, piştik burada vs." diye, neyse fazla beklemeden, kaptan da geldi, yine koydan çıktık, Yalın kaptan dümenin başına geçti hemen, biraz gittikten sonra bıraktı yoruldum deyip. Sonunda Akyaka sahilleri göründü ve Yalın başladı bağırmaya "Yaşasın Kara göründü!..." diye..... Sahile indiğimizde, Yalın ında gelirken "Sakın uyuyayim deme!" modunda olduğunu gördüğümüz için, akşam yemeğini dışarıda yiyelim dedik, ve arada bir kahvaltı yaptığımız, gözlemeciye gitmeye karar verdik. Gözlemeleri midelerimize indirdikten sonra da otelin yolunu tuttuk. Duşlar alındı, kahveler yapıldı, bir sonraki gün odamızı terk edeceğimizi düşünerek biraz çanta topladık.
Güzel bir gün oldu, Çınar koyu bu civarın en güzel kumsallarından biri zaten....... Offffff! Tatil bitiyor artık, yarın son gün......
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
