28 Ekim 2012 Pazar
21 Ekim 2012 Pazar
BOYS NOIZE - ICH R U from Sebastien Loghman on Vimeo.
4 Ağustos 2012 Cumartesi
Osho - Bilgelik Kitabından Alıntılar
“Hz. Muhammed, “Ben bir ağaç altına sığınan, sonra yoluna devam eden bir yolcu gibiyim,” der. Evet, bu hayat bir gecelik kalacak yer, bir kervansaray gibidir. Onun içine yerleşme. Daha yükseğe, daha yükseğe, daha yükseğe ulaşmak için bu fırsatı kullan çünkü yüksekliklerin ve derinliklerin sınırı yoktur. Ama hiç unutma, hayat hiç bitmeyecekmiş gibi düşünme: bu, çok büyük potansiyeli ve olasılıklarıyla sadece bir fırsattır. Ama yaşıyor olduğun için zaten ulaştığını düşünürsen, bütün anlamı kaçırırsın.”
“Hz. İsa tekrar tekrar bu dünyanın bir durma noktası olarak değil, bir köprü olarak kullanılmasını söyler. Onu bir köprü olarak kullan; seni Tanrı’ya bağlayabilir. Ve hayat Tanrı’ya bir köprü haline geldiğinde ilahidir. Ama Tanrı’ya yönelik bir köprü olarak kullanmazsan, dünyevi, sahte, aldatıcı, hayali ve kurgusal hale gelir.”
“Ne kadar çok acı yarattın―ne için? Birisi daha büyük bir ev ister, daha büyük bir banka hesabı, daha fazla ün, daha fazla isim, daha fazla güç ister. Birisi başbakan veya cumhurbaşkanı olmak ister. Hepsi sahtedir çünkü ölüm onları alıp götürecektir. Sahtenin anlamı budur. Sadece ölüm tarafından götürülemeyen şey gerçektir. Başka hiçbir şey gerçek değildir; rüyalarla aynı maddeden yapılmıştır. Eğer ölüm tarafından alıp götürülecek şeylerin arkasından koşuyorsan, o zaman hayatın hiçbir önemi olmayan, ses ve öfke ile dolu, bir aptal tarafından anlatılan bir hikâyedir. Hiçbir zaman herhangi önemli bir şeye ulaşamazsın. Ve önem olmazsa, şarkı olabilir mi? Önem olmazsa, “Ben yaşadım,” diyebilir misin? Ağaç tomurcuklanmamıştır, meyve vermemiştir. Meyve ve çiçekleri bir kenara bırakalım ―yapraklar bile ortaya çıkmamıştır.”
-OSHO- http://www.oshoturk.com/
Osho - Bilgelik Kitabından Alıntılar
“Ve benim sana öğrettiğim budur: Hayatı, bütünselliği içinde yaşa. Dünyada yaşarken, onun bir parçası olma. Hayatta, suyun içindeki bir nilüfer çiçeği gibi yaşa: o, suyun içinde yaşar ama su ona dokunamaz. Ancak o zaman bodhichitta senin içinde çiçeklenir, tomurcuklanır. Ancak o zaman özgürlük olan, sonsuz sevinç olan, kutsanma olan son derecedeki bilinci tanıyabilirsin. Bunu tanımamak, hayatın tüm anlamını kaçırmaktır. Onu tanımak ise tek amaçtır. Tek amaç: bunu unutma.”
“Din, en saf bilmek olması bakımından bir bilimdir ama kimya ve fizik gibi bir bilim değildir. Dışarının bilimi değildir, içerinin bilimidir. Seni öteye götüren bir bilimdir; seni bilinmeyen ve bilinemeyecek olana götüren bir bilimdir. O, var olan en büyük maceradır. Cesareti ve zekâsı olan herkese bir çağrı ve meydan okumadır. Din, korkaklar için değildir, tehlikeli yaşamak isteyen insanlar içindir.
Bugünlük bu kadar yeter.
OSHO http://www.oshoturk.com/
31 Temmuz 2012 Salı
21 Temmuz 2012 Cumartesi
11 Temmuz 2012 Çarşamba
Sorun bu. Biz ölüyoruz… Yaşamıyoruz!
”Bir kuş, ne zaman gelirse ölümle o zaman tanışır.
Ancak ölümden endişe duymaz.
Böcekleri yakalaması, yuva yapması,
şakıması, tadını çıkara çıkara uçmasıyla;
yani daha çok yaşamakla ilgilidir.
... Hiç kuşları kanatlarını çırpmadan,
sadece rüzgar tarafından gökyüzünde süzülüşlerini izlediniz mi?
Ne kadar ebedi bir keyif içinde görünürler.
Ölüm gelirse problem değil, yok olurlar.
Ne olacağı ile ilgili endişeleri yoktur,
bir andan diğerine doğru yaşarlar, öyle değil mi?
Biz insanoğlu, bizler her zaman ölümden endişe ederiz.
Çünkü biz yaşamıyoruz!
Sorun bu. Biz ölüyoruz… Yaşamıyoruz!”
Jiddu Krishnamurti
9 Temmuz 2012 Pazartesi
7 Temmuz 2012 Cumartesi
ENNEAGRAM TEST SONUÇLARI
Enneagram Test Results
Your variant is sexual |
Personality Test by SimilarMinds.com
| Your main type is Type 7 Your variant stacking is sx/sp/so Your level of health is average |
Your main type is which ever behavior you utilize most and/or prefer. Yourvariant reflects your scoring profile on all nine types: so = social variant (compliant, friendly), sx = sexual variant (assertive, intense), sp = self preservation variant (withdrawn, security seeking).
|
3 Temmuz 2012 Salı
En iyisi sessizliktir
Felsefe Kulübü
Bir söz senin içine işlediği zaman, zihninde farklı bir iklime, farklı bir yaklaşıma, farklı bir vizyona neden olur. Aynı şeye başka bir isimle hitap et, ve göreceksin: Bir şey hemen değişir. Duygusal kelimeler var ve zihinsel kelimeler var. Zihinsel kelimeleri gitgide bırak. Daha ve daha da çok duygusal kelimeleri kullan. Politik kelimeler var ve dinî kelimeler var. Politik kelimeleri bırak. Hemen çatışma yaratan sözler var. Sen onları söylediğin an, münakaşa olur. Öyleyse asla mantıksal, tartışmacı dili kullanma. Sevginin, şefkatin, aşkın dilini kullan; böylece münakaşa olmaz. Eğer kişi bu yönde farkında olmaya başlarsa, olağanüstü bir değişimin meydana geldiğine tanık olur.
Eğer kişi yaşamda biraz dikkatli olursa, birçok ıstırap önlenebilir. Bilinçsizce kullanılan tek bir kelime uzun bir mutsuzluk zinciri yaratabilir. Ufacık bir değişim, sadece çok küçük bir dönüş ve o, birçok fark yaratır. Kişi çok dikkatli olmalı ve mutlaka gerekli olduğu zaman kelimeleri kullanmalıdır. Bulaşık kelimelerden kaçın. Taze, tartışmaya yol açmayan, tartışmacı değil ama doğrudan senin duygularının ifadesi olan kelimeleri kullan. Şayet kişi bir kelime uzmanına dönüşebilirse, kişinin bütün hayatı tümüyle farklı olacaktır. Eğer ki bir söz ıstırap, kızgınlık, çatışma, ya da tartışmaya neden oluyorsa, bırak onu. Onu taşımanın ne anlamı var? Onu daha iyi bir şeyle değiştir.
En iyisi sessizliktir.
Sonraki en iyiler ise;
Şarkı söylemek,
Şiir,
ve
Aşktır.
| OSHO |
hımmmm ... Görünüşe göre Sağ Beyinliymişim Ben :P
Yani... Beynimin; Görsel,betimsel (mecazi), sanatçı ruhlu, ve sezgileri güçlü olan bölümleri daha bi çok çalışıyormuş. (%66)
Are You Right or Left Brained?
Personality Test by SimilarMinds.com
Brain Lateralization Test Results
|
| Right Brain (66%) The right hemisphere is the visual, figurative, artistic, and intuitive side of the brain. Left Brain (32%) The left hemisphere is the logical, articulate, assertive, and practical side of the brain |
Personality Test by SimilarMinds.com
26 Haziran 2012 Salı
Felsefe Kulübü
Sevdiğinle yaşamak güzel; ama yaşam zordur.
Uğraş ister birliktelik ve çiçek gibidir sevgi..
Bilin ki, sevginin can suyudur ilgi.
Kavga olacak doğal ki.
Sözcükler yüreğini delmezse, hoştur dövüş sonrası barış...
Kişilikte olursa yarış, kim kimi sindirirse kazanır sanmayın.
Böylesi yarışta kaybeden, kaybeder. Kazanan da kaybeder.
Yaşamı paylaşmak, sevgiyi paylaşmaktır. Anlaşmaktır.
Vermeden alınamaz tek şeydir mutluluk.
Önce ver; sonra al...
Aldığını vermek, ödeşme; verdiğini almak, haktır.
Sevgi sıcak yataktır.
Sıcak uyumak, yatağında dokunmaktır sevdiğine.
İnanın; çok zordur dokunmak, istemediğin bir tene!
[ Erich Fromm - Sevme Sanatı ]
Felsefe Kulübü
''Nerde canlı gördüysem, orda güç istemi gördüm… Uşağın isteminde dahi, efendi olma istemini gördüm…
Güçlüyü hizmet etmeye kendi istemi kandırır güçsüzü… Bu istem, daha güçsüzlere efendilik etmek ister de ondan… Vazgeçmek istemeyeceği tek hazdır bu…
Ve küçük, nasıl en küçüğün üstünde keyif sürebilmek, güç yürütebilmek için büyüğe boyun eğerse, en büyük de öyle boyun eğer de, güç uğruna hayatını tehlikeye atar…
En büyüğün boyun eğmesi, korkulu olanı, tehlikeyi göze almaktır… Ölüm için zar atmaktır…
Ve nerde özveri, hizmet ve sevgi bakışları varsa, orda efendi olma istemi de vardır… Güçsüz, dolambaçlı yollardan sokulur kaleye… Güçlünün ta bağrına… Ordan güç çalar…
Ve hayat kendisi, şu sırrı açtı bana… Bak dedi… ‘Ben hep kendini alt etmesi gerekenim…’
Doğru, siz ona doğurma istemi, ya da bir amaca daha yüksek, daha uzak, daha çeşitli bir şeye yönelmiş bir itki dersiniz… Ama bunların hepsi birdir… Bir tek sırdır… ''
Kendini Altetme Üstüne - Friedrich Nietzsche
Böyle Buyurdu Zerdüşt
25 Haziran 2012 Pazartesi
Felsefe Kulübü Osho / İki düşman dilencinin hikayesi
''Ormanda yangın çıkmıştı. Bacakları olmayan dilenci kaçmaya kalksa asla yeteri kadar hızlı olamayacaktı. Ve gözleri kör olan dilencinin de çıkış yolunu bulması neredeyse imkansızdı! Ama bu acil bir durumdu. Kör olan, bacakları olmayana seslendi: " kurtulmanın tek yolu var, seni omuzlarıma alacağım. Sen benim gözlerim olacaksın, ben de senin bacakların." Ve kurtuldular. Bu masal dilencilikle değil, bizim halimizle ilgilidir aslında... Yanmakta olan biziz, orman değil.
Akıl tek başına kördür. Bizi ormandan çıkartamaz. Zira sadece bacakları vardır. Sürekli tökezler, hangi yöne gideceğini bilemez. Düşe kalka yara bere içinde kalır ve kendine zarar verdikçe "hayat anlamsız" diye düşünmeye başlar. Dünyadaki bütün entellektüeller bunu yapar. Kalp ise bacakları olmayan dilencidir. Görür, hisseder ama onu harekete geçirecek bacaklardan yoksundur. Olduğu yerde kalır ve bekler...
Bir gün akıl anlayacak ve kalbinin gözlerini kullanabilecektir. İkisi bir araya gelince yangından kurtulabilir. Ama aklın, kalbi omuzlarının üstünde kalbullenmesi gerekir.
Bilgelik kalp ile aklın buluşmasıyla ortaya çıkar. Kalp atışlarınla aklının ürettikleri arasında uyum yaratma sanatını bir kez öğrendiğin zaman, bütün sırrı avuçlarının içine alırsın: Bütün gizemlerin kapısını açacak maymuncuğa sahip olursun."
24 Haziran 2012 Pazar
Kendimi her zaman mutlu hissederim...
Neden biliyor musunuz?...
Çünkü kimseden bir şey ummam...
Beklentiler daima yaralar...
Hayat kısadır...
Öyleyse hayatınızı sevin...
Mutlu olun ve gülümsemeye devam edin...
Konuşmadan önce dinleyin,
Yazmadan önce düşünün,
Harcamadan önce kazanın,
İncitmeden önce hissedin,
Nefret etmeden önce sevin,
Vazgeçmeden önce çabalayın,
Ölmeden önce yaşayın.
Hayat budur...
Onu hissedin, onu yaşayın ve ondan hoşnut olun....
William Shakespeare
23 Haziran 2012 Cumartesi
"Acaba İncil'in başındaki ünlü öykü sahiden anlaşıldı mı?
Yaşlı Tanrı, tümüyle yetkin bahçesinde zevk-ü safa gezisindedir ama canı sıkılıyordur. Can sıkıntısıyla tanrılar bile baş edemez. Ne yapsın? İnsanı icad eder, insan eğlendiricidir... Ama gelin görün ki, bu kez de insanın canı sıkılmaya başlar. Tanrı bütün cennetlerin tek derdi konusunda son derece anlayışlıdır: hemen başka hayvanlar yarat...ır. Tanrının ilk hatası: İnsan için hayvanlar eğlendirici değildir.
O zaman tanrı kadını yaratır. Ve sahiden de, işte, artık an sıkıntısının sonu gelmiştir. Ancak başka şeylerin sonuyla birlikte! Kadın tanrının ikinci hatasıdır. "Kadın özü bakımından yılandır, bütün belalar kadından gelir." Bunu da her rahip bilir: "Demek ki bilim de ondan gelir"... İlkin kadından öğrenir insan Bilgi Ağacı'nın meyvesinin tadını. Ne olmuştur?
Yaşlı Tanrı'yı bir cehennem korkusu sarar. İnsanın kendisi, onun en büyük hatası olmuştur;kendine bir rakip yaratmıştır. Bilim, tanrısallaştırır, insan bilimsel hale gelince, rahiplerin ve tanrıların sonu gelir!
Bilim, ilk günahtır. Bütün günahların tohumudur. Yalnızca budur ahlak: "Bilmeyeceksin!"
Bilime karşı kendini nasıl savunmalı? Uzun süre ana sorunu bu oldu Tanrının. Yanıt: İnsanı kov gitsin cennetten! Mutluluk, aylaklık, düşünce üretir ve bütün düşünceler kötüdür. İnsan düşünmemelidir. Ve dertleri icat eder, dertler insanın düşünmesine izin vermez...
(Nıetzsche-Deccal)
20 Haziran 2012 Çarşamba
Silahı güçlü olan ordu yenilir;
odunu sert olan ağaç kesilir.
Gerçekten de katılar ve güçlüler aşağıda,
esnekler ve güçsüzler yukarıdadır.
esnekler ve güçsüzler yukarıdadır.
Lao Tzu
16 Haziran 2012 Cumartesi
ÖZGÜRLÜK YAŞAMI KUTSAMAKTIR
"Hiç bir düşünüşün, hiç bir devletin, kurumun, ideoloji, din, tanrı, kişi yada otoritenin haklarım ve özgürlüklerim üzerinde hakkı ve yetkisi yoktur. Eylemlerimi tam olarak kabulleniyor ve hiç bir şeyden şikayet etmiyorum. Hiç bir engel ve hiç bir düşman gerçek değil. Bütün çirkinliklerin ötesi var, bütün güzelliklerin sonrası da. Çabam güzellik ve ihtişamı bir an olsun duyumsayabilmek ve yaşamı kutsamaktır. Özgürlüğüm özgürlüğünüz olsun.."
15 Haziran 2012 Cuma
Gündüz güneşe, gece yıldıza ihtiyaç kalmasın.....
Dolu dolu yaşa hayatı,
Dilini keşkeler sarmasın.
Ve öyle birini sev ki;
Gündüz güneşe, gece yıldıza ihtiyaç kalmasın.....
Can Yücel
KALİTE BİR ERDEMDİR
Felsefe Kulübü

Kalite bir erdemdir!
O kendini; Mekandaki yaşantıda
Düşüncedeki derinlikte
Sevgideki cömertlikte
İfadelerdeki gerçeklikte
İdaredeki düzende
Eylemdeki etkide
Doğru zamandaki doğru harekette gösterir…
(Lao Tzu)

Kalite bir erdemdir!
O kendini; Mekandaki yaşantıda
Düşüncedeki derinlikte
Sevgideki cömertlikte
İfadelerdeki gerçeklikte
İdaredeki düzende
Eylemdeki etkide
Doğru zamandaki doğru harekette gösterir…
(Lao Tzu)
1 Mayıs 2012 Salı
Felsefe Kulübü
"UBUNTU:BEN BİZ OLDUĞUMUZ İÇİN BEN'İM
"Afrika'da çalışan bir Antropolog bir kabilenin çocuklarına bir oyun oynamayı önerir,ağacın altına koyduğu meyvalara ilk ulaşanın ödülü o meyvaları yemek olacaktır.Onlara "hadi, şimdi başlayın birinci olan ödülü alacak" der.O anda bütün çocuklar elele tutuşur, koşup ağacın altına beraber varırlar ve hep beraber meyvaları yemeye başlarlar.Antropolog neden böyle yaptıklarını sorduğunda şu yanıtı verirler;Bu UBUNTU' dur, nasıl olurda diğerleri mutsuz iken birimiz o ödülü yiyebilir ki?Ve UBUNTU' nun anlamını açıklarlar onların dilinde UBUNTU "Ben biz olduğumuz için "Ben'im" demekmiş!
30 Nisan 2012 Pazartesi
ASLINDA HİÇ BİRŞEYE SAHİP DEĞİLİZ
Bir şey için "benim" diye düşünürsem onunla ilgili bir hak iddia ederim; ancak o
da benim üzerimde bir hak iddia eder. Bu yüzdendir ki ne kadar çok şeye sahipsem
kendimi o kadar çok yük altına girmiş hissederim, çünkü onların tümüne bakmak
zorundayımdır. Daha sade bir hayat istemek çok fazla şeye sahip olduğumuzun bir
işaretidir. Bir şeylere sahip olabilirim ama onlar için "benim" diye
düşünmemeli, onların bir emanetçi olarak kullandığım eşyalar olduklarını
düşünmeliyim. Bu bilinç beni sahiplik yükünden kurtarır ve benim bir konuk
gibi davranmama izin verir, beraberindekilere iyi bak ama onlara
bağlanma.
Bugün bir konuk ve bir emanetçi olma bilincinin alıştırmasını
yapalım.
Wedjat
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Wedjat gözü, Antik Mısır tanrılarından Horus'un sol gözünün adıdır. Tanrının ışığını sembolize ettiği düşünüldüğünden, önemli ve sevilen bir tılsım olmuştur. Wedjat gözü, bilgeliğe ulaşmayı ve onu korumayı temsil eder. Ayrıca, açık ve doğru görme yeteneği verir.
Wedjat, sol göz olması dolayısıyla Ay'ın tanrısallığını sembolize etmektedir. Sağ göz ise Güneş'in tanrısallığının sembolüdür.
Mitolojide Horus, Seth, Osiris ve Wedjat [değiştir]
Mısır'ı yönetmek konusunda hırsları olan Seth, bir gece kardeşi Osiris uyurken gizlice kralın gövdesini ölçtü ve işçilerine, ölçülere uygun tahta bir kutu yapmalarını, bir sanat şaheseri olarak süslemelerini emretti. Daha sonra güzel bir ziyafet düzenledi ve salonun ortasına bu güzel kutuyu getirtti. Ona sahip olmak isteyenin içine girmesi gerektiğini, içine tam uyan kişiye onu armağan edceğini söyledi. Seth'in planladığı gibi davetliler hevesli bir şekilde sıralarının gelmesini bekledi. Sıra Osiris'e geldiğinde, kutuya girdi ve içine uzandı. Tam olarak uymuştu. Osiris tam kutunun içine yerleşmişken suikastçiler kapağı kapttılar ve hiçbir şeyden kuşkulanmayan kralı hapsedecek şekilde kapağı çivilediler. Daha sonra kutuyu Nil'e taşıyıp suya attılar. Akıntı kutuyu, deltanın batısındaki papirüs bataklıklarına kadar sürükledi.
Kocasının öldüğünü duyan tanrıça İsis, Mısır'da heryerde kutuyu aramaya başladı. Sonunda Biblos yakınlarındaki papirüs bataklıklarına kadar gittiğini öğrendi. Oraya ulaşınca, mühürlü kutuyu aldı ve Mısır'a geri döndü. İsis Osiris'in oğlunu doğurdu zamanı gelince ve ona Horus adını verdi. Günün birinde Horus'un babasının intikamını alacağını umuyordu.
Günlerden bir gün Seth avlanırken tesadüfen İsis'in sakladığı kutuya rastladı. Kutuyu görür görmez tanıdı ve çılgın bir öfkeyle açıp Osiris'in vücudunu on dört parçaya ayırdı. Sonra da Mısır'ı dolaşarak Osiris'in parçalarını heryere dağıttı. Seth'in bu son oyunu üzerine İsis Nil nehri boyunca papirüsten yapılmış bir kayıkla sehayat etti ve Osiris'in gövdesinin parçalarını bulana kadar dolaştı. Nerede bir parça görse onu aldı. Gövdenin on dört parçasını da tamamladığında hemen işe koyuldu. Osiris'in kafasını, bedenini, kollarını ve bacaklarını, kalbini tekrar bir araya getirdi. parçaları balmumu ile birleştirdi, tatlı kokular ve merhemler sürerek büyük keten bir kumaşla mumyaladı ve gömdü.
Osiris bu şekilde gömüldükten sonra, Horus babasını yaşama döndürmek için üzerine düşeni yapmaya hazırdı. Tanrıça İsis'in Osiris'e yeni bir hayat verecek sihirli sözleri söylemesinden sonra ölü tanrı hayata döndü, nefes almaya ve kıpırdamaya başladı. Sonra Horus Wedjat'ı çıkardı, babasının ağzına koydu ve ondan gözü yutmasını istedi. Bunu yapar yapmaz Osiris çok daha güçlü bir hale geldi; konuşma, görme ve yürüme yeteneklerini tekrardan kazandı. Ra'nın yardımıyla Horus Öteki Dünya'dan yeryüzündeki tanrıların dünyasına kadar ulaşabilecek uzunlukta bir merdiven yaptı. Hepsi birlikte tanrılara katılabilmek için tırmanmaya başladılar. Osiris tanrıların arasına katıldığında Ra onu tanrıların ve Öteki Dünya'nın kralı yaptı. Horus da babasının yerine Yukarı ve Aşağı Mısır'ın kralı oldu. Böylece Horus da tanrılar arasındaki yerini almış oluyordu.
Kaynak: Donna Rosenberg, World Mythology
Öncelikle, güç ve sağlık konusunda gördüğümüz gibi hata ve aşırılık sonucu yokol...ma bu şeylerin doğasında olduğunu gözönüne almalıyız. Eksersiz eksikliği gibi aşırı fiziksel egzersizler gücü yokederler; aynı şekilde çok fazla veya çok az miktarda alınan içki ve gıda sağlığı bozarlar, buna karşın ölçülü miktarda alındığında sağlığı gerçekleştirirler; arttırırlar ve korurlar. Tüm tehlikelerden kaçan ve korkan, hiç çekinmeden bu tehlikelere direnemeyen kişi alçak hale gelir. Diğer taraftan hiçbir şeyden korkmayan ve tüm tehlikelerin karşısına çıkan kişi yürekli hale gelir. Benzer biçimde tüm zevkleri tadan ve hiçbirinden korunamayan ahlaksızlığın içine düşer, ve bu zevklerin hepsinden kaçınan, hödüklerin yaptığı gibi içindeki tüm duyarlılığı körletir. Böylece, eksiklik gibi aşırılık, ılımlılığı ve yürekliliği yokeder; buna karşın ölçülülük bunları korur….
[Bu, hangi tür alışkanlığın erdem olduğunu belirlemeye yarar.] Sürekli ve bölünebilir herşeyin içinden, ister şeyin kendisine göre olsun, ister bize göre olsun, daha büyük, daha küçük veya eşit parçalar alınabilir, bu aşırılığın ve eksikliğin ortasıdır. Örneğin bir şeyin ortasının, iki uçtan eşit bir biçimde uzakta olan şey olduğunu ve bu orta noktanın bir ve herkes için aynı olduğunu söylüyorum; ama, bize göre, ne aşırılıkla, ne de eksiklikle ele geçirilemeyen şeydir; ve bu orta nokta ne birdir, ne de herkes için aynıdır. Bu şekilde eğitimli her insan bir sanatın içinde aşırılığı ve eksikliği yokeder, tam orta noktayı arar ve seçimini oraya sabitler, bu tam orta noktayı, şeyin kendisine göre bize göre olarak anlıyorum…. Oysa erdem her sanattan daha kesin ve daha istenirdir ve doğanın kendisi gibi tam ortayı hedefler. Ahlaksal erdemden sözediyorum: aslında tutkularımızla ve eylemlerimizle ilgilidir, oysa bunların içinde bir aşırılık, bir eksiklik ve bunların ortası vardır….
O halde erdem, kesin bir seçimi içeren, akıl tarafından belirlenmiş ve duyarlı bir insanın belirleyebileceği bir şekilde olan, bize göre tam ortada bulunan bir varolma biçimidir. Bu, bir tarafta aşırılıktan, diğer tarafta eksiklikten doğan iki kötülüğün ortasmdadır; ve tutkulann olması gerekenin gerisinde, eylemlerin ötesinde olabilmesi gerçeği karşısında tam ortayı bulmak ve seçimi oraya sabitlemek erdeme düşmektedir. İşte bu sebepten özü ve koşullarının tanımı ile erdemin tam orta olduğu söylenmektedir; ama eşsizliğine ve iyiliğine gelince, erdem aynı zamanda bir en fazladır.See More
[Bu, hangi tür alışkanlığın erdem olduğunu belirlemeye yarar.] Sürekli ve bölünebilir herşeyin içinden, ister şeyin kendisine göre olsun, ister bize göre olsun, daha büyük, daha küçük veya eşit parçalar alınabilir, bu aşırılığın ve eksikliğin ortasıdır. Örneğin bir şeyin ortasının, iki uçtan eşit bir biçimde uzakta olan şey olduğunu ve bu orta noktanın bir ve herkes için aynı olduğunu söylüyorum; ama, bize göre, ne aşırılıkla, ne de eksiklikle ele geçirilemeyen şeydir; ve bu orta nokta ne birdir, ne de herkes için aynıdır. Bu şekilde eğitimli her insan bir sanatın içinde aşırılığı ve eksikliği yokeder, tam orta noktayı arar ve seçimini oraya sabitler, bu tam orta noktayı, şeyin kendisine göre bize göre olarak anlıyorum…. Oysa erdem her sanattan daha kesin ve daha istenirdir ve doğanın kendisi gibi tam ortayı hedefler. Ahlaksal erdemden sözediyorum: aslında tutkularımızla ve eylemlerimizle ilgilidir, oysa bunların içinde bir aşırılık, bir eksiklik ve bunların ortası vardır….
O halde erdem, kesin bir seçimi içeren, akıl tarafından belirlenmiş ve duyarlı bir insanın belirleyebileceği bir şekilde olan, bize göre tam ortada bulunan bir varolma biçimidir. Bu, bir tarafta aşırılıktan, diğer tarafta eksiklikten doğan iki kötülüğün ortasmdadır; ve tutkulann olması gerekenin gerisinde, eylemlerin ötesinde olabilmesi gerçeği karşısında tam ortayı bulmak ve seçimi oraya sabitlemek erdeme düşmektedir. İşte bu sebepten özü ve koşullarının tanımı ile erdemin tam orta olduğu söylenmektedir; ama eşsizliğine ve iyiliğine gelince, erdem aynı zamanda bir en fazladır.See More
By: Felsefe Kulübü
Sol Yanım
Kasvetli bir atmosfer basıncı altındayız. Soluk alışımız bile tehlikede, alkol kokuyor mu diye “sınıf sınıf “etrafımızda dolanıyorlar.
Yarın, 1 Mayıs, “bizim sınıf” ise bir günlüğüne de olsa hep birlikte ayağa kalkacak; öyle korkacaklar ki zalimler, bu kez onlardan başka kokular çıkacak.
AKP ayrıca zulüm kokuyor! Her kıpırdanışlarında burnumuza gelen ölüm kokusu. Yakın zamana dek bu kokuyu bastırmak için hacıyağı boca ederlerdi üstlerine başlarına. Artık oligark oldular ya, şimdi kadim burjuvazinin, misal TÜSİAD’çıların, kasa kokusuna da göz diktiler.
Ama biz demiştik! 28 Şubat’ta da lafı getirdiler para’ya bağladılar, sermayenin kendi içindeki sınıf kavgasına bağladılar. RT Erdoğan ilan etti: 28 Şubat MÜSİAD’çılara karşı yapılmış! Bu yüzden serbest piyasa rekabeti yerine devlet destekli MÜSİAD hükümranlığı vaat etti. “Sizler Anadolu Aslanlarısınız” dedi. Anadolu Aslanlarına “mağduriyetleri” nedeniyle daha fazla kıyak yapacakmış! Ve bizler de bu işlerin “demokrasi” adına halledilişindeki hinliğe bakıp “yersen” diyeceğiz ve onlar da hakikaten yiyecekler!
Ve sonunda Anadolu Aslanlarının önüne Anadolu Spartaküsleri atılacak...
Ve elbette bu Aslanlara “yem” bulmak için “rıza” oluşturmakla yükümlü AKP yoldaşları, her boydan liberali ve solucan solcularıyla, Spartaküslere diyecek ki: “Hiç canınız yanmayacak, her şey sizin iyiliğiniz için!”
Tam da yine bunları tekrar edecekken, liberaller de can evlerinden vurulmadılar mı? Önce Şehir Tiyatroları tartışması ve ardından içki yasağı mevzusunda, hıçkırık tuttu Tayyip’in yoldaşlarını.
Hıçkırık tuttu ama Ahmet Altan getirdi mevzuu yine Kemalistlere bağladı! Ona göre “gerçek dindarlar” böyle yapmazmış. Nasıl şehirli Kemalistler geçmişte modernleşme kamuflajıyla bazı haltlar yediyse şimdi de kasabalı dindarlar din kamuflajı altında bu haltları tekrarlıyorlarmış. “Din, ahlak ve kasaba” yazısında hızını alamadı, gerçek dindarların, mesela belediye nikâhını değil imam nikâhını makbul saydığını hatırlattı. Ama portakaldı, orada kaldı. Öyleyse, devamını ben getireyim: Gerçek dindarlar hakikaten, dört kadınla evlenmeyi, kadınları mirastan mahrum bırakmayı, şeriat yasalarının hüküm sürmesini filan makbul sayarlar. Çünkü inançları böyle. Merak eden Kuran ve hadis okusun. Öyle değil mi?
Değilmiş. Eh işte, Altan’ın elinden gelen sadece bu kadarıymış. AKP’nin yediği haltları da Kemalizm’e bağlamak, onları Kemalist olmakla suçlamak! Lügatinde başka suçlayıcı kavram yok. Ama bizim gibiler, AKP’nin de toplum mühendisi olduğunu söylediğinde derhal Ergenekoncu yaftası yemedi mi?
Ve Murat Belge aynı konuda “Ahmet Altan’la birbirine çok yakın düşen yazılar yazdığımızı gördüm” dedi ve kendince bir başka “suçluyu” ifşa etti: “Kırk yıl önce komünizm modayken gene kasabalı devrimciler, sözgelişi ODTÜ gibi bir yerde el ele gezenlere bunu yasaklıyor ve ‘bacı’ kültürünü biçimlendiriyorlardı. Böyle yapmakla komünist bir ahlâk oluşturduklarından şüpheleri yoktu, ama yaptıkları, gerçekte, kasaba anlayışını ‘devrimcilik’ kanalından büyük kente taşımaktı.”
Hayır, kırk yıl önce devrimciler, şifreli laflar gibi anlaşılacak ama, “bacı” değil “kasket” suçlamasına maruzdular. (“Bir komünist evine geldiğinde askıda arkadaşının kasketini görünce, onun karısıyla beraber olduğunu düşünür ve içeri girmezmiş” iftirası!) Şimdi Murat Belge “kasket” iftirası benzeri bir yalanı söylemekten çekinmiyor. (Bu “ODTÜ örneği” yalanına, İletişim Yayınlarından çıkan “Sol” başlıklı kitaba yazdığım “Devrimci Yol” yazısında 777. sayfadaki 63 nolu dipnotta bizzat cevap vermiştim. Belki de Belge hem bunu okumuş hem de yalanını yazmıştır.)
İşte böyle, hem yalancılar hem şallak mallak olduklarından ne dediklerini de bilmiyorlar... Devrimcilere iftira atarken, AKP’lilere de gerçek dindar kimdir, nasıl gerçek dindar olunur, onu belletmeye koyuldular...
***
Bir yanda bunların politikaları, ölüm kokuyor, yalan kokuyor, sömürü ve zulüm kokuyor... Öte yanda bizim politikalarımız, devrimcilerin politikaları, tercihleri; yarın bir kez daha bahar kokacak...
Sömürülen işçi kokacak, horlanan kadın kokacak, dışlanan Kürt ve Ermeni, inkâr edilen Alevi, hasta sayılan eşcinsel kokacak. İnsan kokacak.
Çünkü biliyoruz, devrimi, gerçek anlamıyla yaşamı başkalarının elinden “kendi elimize” alarak değil, yaşamlarının yine “onlara” (sömürülen sınıflara, ezilen milliyetlere, ezilen cinsiyete, asimile edilen kültürlere) iade edilmesi mücadelesiyle, bu tarz özgürleşme kaygısıyla başarabileceğiz...
Devrim, zaten işte bu tarz bir meydan okuma değil mi?
Ve elbette özgürleşmeye yönelen bu sınıflar ve insanlar, doğaya da yaşama hakkını iade etme bilincine ve doğaya yaşama hakkını iade ederken bu doğanın bir parçası olarak (HES örneğinde özdeneyimleriyle yaşadıkları üzere) kendilerini özgürleştirme bilincine de erişecekler.
İşte bu yüzden devrim yapmak adeta şiir yazmaktır:
Devrimci için, mesela doğadaki akasya çiçeğini üzüm salkımı gibi koparıp yiyebilmek de önemli. Çünkü akasyanın varlık nedeni: Bir, çocuklar çiçeklerini yesinlere; iki, yaşlılar gölgesinde otursunlara bağlıdır. Bu ikisi olmuyorsa, çocukluğun, yaşlılığın ve akasyanın ne lüzumu var?
Devrimci için, mesela sırtüstü yattığı yerden, biçimden biçime giren bir bulutun şaklabanlıklarını seyretmek de çok önemli. Çünkü bulutun varlık nedeni: Bir, çocuklar oynasınlara; iki, yaşlılar düşlere dalsınlara bağlıdır. Bu ikisi olmuyorsa, bulutun ne lüzumu var?
Devrimci için, bilhassa dalgalara düşmek, hayal kurabilmek çok ama çok önemli. Çünkü aykırı düşlerde yalnızlığa meydan okuyabilmek, her yenilgiden sonra zalimlere karşı bir kez daha “hadi!” diye yekinebilmektir devrimcilik...
İşte akasya çiçeğinin, bulutların ve “hadi” diye yekinebilmenin anlamını bilmeyenler ve böyle bir yaşamı özlemeyenler, Altan ya da Belge gibi kupkuru, yalanla dolanla yaşayanlar bakımından, düşünmenin ve sosyalist olmanın ne lüzumu var? Sosyalizmin ne lüzumu var? Devrimin ne lüzumu var? Örgütlenmenin ne lüzumu var?
Ama hâlâ “Lüzumu var” diyenler... Sahipsiz kalmış “bilinç”lerin nasırlaşmış kabuklarını kıracaklar... Rasyonalize edilerek kurutulmuş “vicdan”ları kanatacaklar... Özgürlük ve eşitlik davasına kayıtsız kalan “birey”lerin “vicdan azabı” olacaklar...
Çünkü: Mutluluk ideolojisidir sosyalizm! Kısacık ve ufacık mutlulukları çoğaltabilmek için öfkeli kavgalara girmeyi göze alabilmek, upuzun ve kocaman umutları kovalamayı sürdürebilmektir,
Yani? Yarın da görüleceği üzere, Spartaküslerin, çakma Aslanlara karşı kükremesidir...
MELİH PEKDEMİR
24 Nisan 2012 Salı
17 Nisan 2012 Salı
'Hiç bir sevgi fırsatını kaçırma. Sokaklarda yürürken bile sevebilirsin. Kimseye bir şeyler vermen de gerekmez, sadece gülümse yeter. Onun bir maliyeti yoktur, içten bir gülümseme kalbini açar, kalbini daha canlı yapar. Birisinin elini tut ...- bir arkadaş ya da bir yabancı fark etmez. Doğru insanla karşılaşınca seveceğim diye bekleme. O zaman hiçbir zaman gelmeyecektir. Sevmeye devam et. Daha fazla sevdikçe doğru insanla karşılaşma için ihtimaller de artacaktır çünkü kalbin bir çiçek gibi açmaya başlayacaktır. Ve çiçekler açan bir kalp de, kendisine daha fazla arı, daha fazla sevgili çekecektir.''
OSHO
UZAY VE ZAMAN
Siz Uzay ve Zaman'ın kesişiminden İmal edildiniz...
by Şamil Şhapli Erkan on Tuesday, February 14, 2012 at 8:44pm ·
İnsanoğlunun en temel sorusu “Kimim?” ve “Nereden geldim?” Öyle ki bu iki soru tüm dinsel inanışını, politikasını, karakterini hatta arabasında dinlediği müziğe kadar yaşamını etkiliyor. Bilimadamlarının peşine düştüğü en büyük teori de herşeyin teorisi, şu anda farklı nedenlerle açıklanan bu bir çok kuvveti, evren görüşünü tek bir modelle ortaya koymak.
Newton’un dünya ölçeğinde halen kullanılmakta olan kanunları, Einstein’in anlaması da anlatması da “Bin Bir Gece Masalları” gibi hem egzotik, hem hem hikayeler ilerledikçe anlaşılan yapısıyla karmaşık olan Genel Görelilik / Özel Görelilik Teorileriyle son buldu.
Kısaca rölativite dediğimiz unsurlar, her yeri homojen olan evren modelini yıktı. Basit kütle çekimine dayalı evrensel gökcisim hareketleri, yerlerini uzay-zamanın büküldüğü, esnediği, katlandığı, uzayarak karadeliklere çöktüğü hallere bıraktı.
New Scientist'e göre bizler “uzay-zaman”dan oluşmuşuz. Yani uzayın ve zamanın bir şerit gibi bükülmesi sonucu uzay zaman düzlüğünde görülen biçimleriz.

Bu temel atom altı parçacıkların hatta daha büyük parçaların, uzay-zaman bükülmesinin yönüne göre isimlendirilmesini de getiren bir teori ki bana hem çok inandırıcı hem de çok yenilikçi geliyor. Dediğim gibi teori üzerine okumaya devam ediyorum. Ama en garip olanı bizim ve tüm evrenin koca bir deniz gibi tek parça olmasına karşın kendi üzerine katlanmış minik çok minik uzay-zaman bükülmeleri olmamız. Çok ama çok garip; Siz Uzay Zamandan Yapıldınız! (You are made of Spacetime!)

“EVREN ASLINDA İÇİNDEKİ TÜM GÖKCİSİMLERİ VE CANLILARIYLA TEMELDE DEV BİR BİLGİSAYAR MI?
TEK BİR ZEKA MI?
BU DEV ZEKANIN HER QUBİTİ (KÜBİTİ, QUANTUM BİT’İ) BİR TEMEL PARÇACIK MI?
EVREN YAŞARKEN AYNI ZAMANDA SÜREKLİ BİR HESAPLAMA MI YAPIYOR?
ÖYLEYSE NEYİ HESAPLIYOR?
YAŞAM ASLINDA BİR PROGRAM MI VE ZAMAN BU PROGRAMIN ADIMLARI MI?"
İşte bilimadamları yukarıdaki bu bu modelleme ile bu dev ölçekteki bilgisayarın nasıl oluşturulabileceğini ortaya koymaya çalışıyorlar
In Markopoulou and Kribs’s version of loop quantum gravity, they considered the universe as a giant quantum computer, where each quantum of space is replaced by a bit of quantum information. Their calculations showed that the qubits’ resilience would preserve the quantum braids in space-time, explaining how particles could be so long-lived amid the quantum turbulence.” http://www.newscientist.com/article/mg19125645.800.html

-Uzay Zaman; uzay ile zamanı "uzay-zaman sürekliliği" adı verilen yapıda birleştiren matematik modeli.
Öklitçi yaklaşıma göre evren uzayın üç boyutu ve dördüncü boyutu oluşturan zamandan oluşur. Fizikçiler, uzay ve zaman kavramlarını tek bir çatı altında birleştirmek yoluyla, karmaşık fizik teorilerini önemli ölçüde basitleştirmeyi ve evrenin işleyişini süpergalaktik (Fiziksel Kozmoloji) ve altatomik (atom altı, bkz. Kuantum Fiziği) seviyelerde daha basit ve ortak bir dilde açıklamayı başarmışlardır.
Klasik mekanikte, Öklid uzayı kullanımı, uzay-zamanı kendine mal etmek yerine, "zaman"ı gözlemcinin hareket durumundan bağımsız olarak evrensel ve değişmez gibi kabul edip ele alır. Göreliliğe dayalı bağlamda ise "zaman", uzayın üç boyutundan ayrı olarak düşünülemez; çünkü bir objenin vektörel hızı, ışığın hızı ve bir de güçlü yerçekimsel alanların gücü ile ilişkilidir. Bu yerçekimsel alanlar zamanın ilerleyişini yavaşlatabilir, ve bir o kadar da gözlemcinin hareket durumuna bağımlıdır. Bu nedenle de evrensel değildir.
Evrensel dediğimiz, bir olgunun evrenin her köşesinde doğru ve değişmez olmasıdır. Ancak Albert Einstein'ın kurduğu "Görelilik Kuramı"na göre zaman evrenin her köşesinde aynı değildir ve gözlemciye göre değişir, görecelidir. Örneğin, kütle uzay-zamanda eğrilikler yaratır. Burada zaman bükülür ve zaman bu eğride bulunan bir gözlemciye göre, dışarıda duran bir başka gözlemciye göre olandan daha yavaş akar. İşte burada "zaman" evrensel değildir.
Bu bükülmeyi şu şekilde açıklayabiliriz: Düz bir yatak düşünün. Bu yatağın üzerine gergin bir çarşaf serin ve hiç kırışıklık olmasın. İşte bu dümdüz çarşaf iki boyutla tanımladığımız uzay-zaman düzlemi olsun. Şimdi bu düzleme bir gezegeni simgeleyen demir bir bilye koyun. Bilye yatağa biraz gömülüp bir göçük yaratarak çarşafı da bükecektir. İşte zaman da bu şekilde demir bilye ile simgelediğimiz kütle yardımıyla bükülebilir. Kütlenin artışı, bu kütlenin uzay-zaman düzlemini büküşünü arttırır. Kütle arttıkça göçük de artar. Eğer kütle ölçülemeyecek boyutlarda aşırı büyük olursa uzay-zaman düzlemi ışığı bile hapsedecek kadar göçecektir. İşte bu göçük karadelik olarak adlandırılır. Eğim çok olduğu için ışık karadelikten girer ama geri çıkmaz. Bazı teorilere göre bu içeri giren ışık evrenin başka bir noktasından geri çıkar. Bu teorilerde karadelikler dipsiz kuyular değillerdir, iki ucu açık bir boru gibi düşünülebilir.

-Eğri Uzay Zaman
Einstein 1905 ve 1915 yillarinda ortaya attigi özel ve genel görelilik kuramlariyla dogaya, maddeye, uzaya ve zamana farkli bir bakis açisi getirdi. Onun bu buluslariyla; belki de fizik, felsefe dalinda en Önemli sinavini veriyordu. Birbiriyle Ilintili olan bu kuramlara göre; hareket eden saatler yavaslayabiliyor, cetvellerin boylari kisaliyor cisimlerin kütleleri, hizlari dolayisiyla artabiliyordu. Einstein'in yeni denklemleri Newton’un koydugu klasik anlayisa, ancak isik hizindan çok küçük hizlarda uygunluk göstermekteydi. Einstein. hep saatlere, cetvellere ve gözlemcilere bagli olmayan evrensel bir çekim kurami hayal ederdi ve Tanri'nin, kendine bir keçi inadi ile Iyi koku alan bir burun verdigini söylerdi. Gerçek su ki; O'nun bu özellikleri amacina ulastirmisti. Genel görelilik kurami, kütle çekiminin nasil isledigini anlatir. Ama bunu yaparken; hiçbir zaman çekimi bir kuvvet olarak düsünmez. Bunun yerine, cisimlerin çevresindeki çekim alanlarinin, uzay ve zamanin bükülmesi sonucu olustugunu söyler. Cisimler, içerdikleri kütlelerine oranla uzayda çukurluklar olusturur. Ve zamanin akisini yavaslatir. Ancak uzayin derinliklerinde, tüm çekim kaynaklarindan uzakta, uzay ve zaman tam anlamiyla düzdür.
Çekim alaninin gücü arttikça uzay-zaman egriligi de artis gösterir. Bütün bunlardan çikan sonuç sudur: Madde uzay-zamanin nasil egilecegini, uzay-zaman da maddenin nasil davranacagini belirler. Uzay-zaman düsüncesine somut bir örnek olarak sunu verebiliriz: Ilik bir yaz gecesi uzaya baktiginizi düsünün. Binlerce yildiz, gözlerinizin önüne serilmistir. Bize en yakin yildizlardan olan Sirius'a gözlerimizi kaydirdigimizi haya! edelim. Sirius. günes sistemine yaklasik 8,5 isik yili uzakliktadir. Bu ise; o yildizdan çikan bir isik isininin gözümüze ancak 8,5 yil sonra ulasabildigini bize anlatir. Yani yildiza bakmakla onun 8,5 yil önceki halini görmekteyiz. Ya 250 milyon isik yili uzakliktaki bir galaksiyi gözlemledigimizi düsünsek? Tahmin edersiniz ki; galaksinin yeryüzünde dinazorlarin hüküm sürdügü devirlerdeki görüntüsünü algilariz. Sonuç olarak, yildizlara bakmakla uzayin zamandan ayri düsünülemeyecegini kavrariz. Çünkü, gökyüzünü incelerken, aslinda evrenin geçmisine bakmaktayiz. Iste. birbirinden ayri olarak düsünmedigimiz bu dört boyutlu anlayisa (en. boy. yükseklik, zaman) uzay-zaman denir.
Nasil, bir cetvel uzunlugu ölçüyorsa . kolumuzdaki saat de zaman yönünde uzakligi ölçer. Einstein. kuramin matematiksel ispati yaninda bir de deney önerdi. O'na göre Günes de isigi belli bir oranda saptamaliydi. 1919'da bir Günes tutulmasi esnasinda, uzaydaki konumu önceden bilinen bir yildiz üzerinde gözlem yapildi. Gerçekten de. yildizin isigi Günes'in yanindan geçerken: uzay-zaman egriligi nedeniyle önceki konumundan daha açikta görülüyordu. Gözlem sonunda elde edilen sayilar da teorik hesaplarla bulunana yakindi. 60 yil boyunca tekrarlanan diger deneyler de Einstein'i hakli çikardi.
Günümüzde de çok hassas aletler yardimiyla, uzayda yapilacak bir deney düsünülüyor. Dünyanin dönme ekseninin bulundugu düzlem üzerine, yaklasik 640 km yükseklige yerlestirilecek GP-B kütle çekim araci en hassas uzay-zaman gözlemini yapacak. Görelilik kurami, uzayin egriligine bagli olarak zamanin da akisinin yavaslayacagini belirtir. Uzayda, egim ne kadar fazlaysa o bölgede ayni oranda. zaman yavas isler. Egimin en fazla oldugu yerler de gök cisimlerinin merkezleridir. Merkezden uzaklik arttikça zamanin büzülmesi de azalir. Çok katli bir binanin zemin kati ile en üst kati arasindaki zaman farki ilk defa 1960'da ölçülebildi. Günümüzde isg, en hassas saatler olan atom saatleriyle yapilan çesitli deneyler de bu ilkeyi destekledi.

- Felsefede Uzay-Zaman Kavramı
Uzay ;Aristoteles'te bütün nesnelerin kaplayıcısı, bütün var olanları içinde bulunduran şey; Cambridge Platonculannda Tanrı'nın duyum alanı; Kant'ta dış dünyanın (fenomenler dünyasının) sezgisinin apriori formu; Modern matematikte belirli soyut, değişmez gruplar veya takımlar için kullanılan bir isim olarak kabul edilmiştir.
Uzay kavramının tarihine göz attığımızda ilk olarak bazı Pythagorasçılann uzayı, hava ile kaplı bir şekilde tanımladıklarını görmekteyiz. Metafizik sistemlerinin bir gereği olarak Parmenides ve Melissos da boş bir uzayın olabileceği görüşünü reddederler. Onlar, boş uzayın hiçbir şey olamayacağını ve bir şey ifade edemeyeceğini düşünürler. Demokritos gibi atomcular ise atom ve boşluk arasında yaptıkları ayrım ile onlardan farklı bir uzay tasarımı geliştirirler.
Platon'un uzay hakkındaki fikirleri, bir metafor yardımı ile onun Timaios isimli diyalogunda görülmektedir. Platon, uzayı bütün maddeleri çevreleyen ve içeren bir zarf veya kap gibi düşünür. Bu anlayış, doğal olarak uzayın boşluğu fikrini de beraberinde getirmektedir.
Aristoteles, uzay kavramını, maddenin geometrik yüzeylerinin sınırları mutlak düşündüğü yer kavramıyla ilişki içinde görmeye çalışır. O, hacim ve şekilden ibaret olduğunu söylediği maddenin değişmez bir mekânda bulunduğunu belirtir. Bu nedenle biz uzayı, bir dayanak (töz) veya ether olarak görebiliriz. Ayrıca, Aristoteles'in kozmolojisinde uzay kavramının, elementlerin hareketlerinin izahı konusunda da kullanıldığı görülmektedir. Aristoteles, elementlerin birer doğal yerlerinin olduğunu ve dıştan bir etki uygulanmadıkça, elementlerin doğal bir eğilimle bu yerlerine doğru hareket ettiklerini söylemektedir. Ağır cisimler yer merkezine ulaşmaya, ateş ise ondan uzaklaşmaya çalışır.
Yeniçağ'da Descartes maddenin özü olarak uzayı kabul etmiştir. Descartes'a göre uzayın her bir bölümü bir maddenin hacmidir ve boşluk düşünülemez. Bu durumda, bir maddenin diğerinden nasıl ayrılabileceği sorusu gündeme gelmektedir. Ayrıca Descartes'a, bir cismin bir diğerine doğru hareketinin de ne ifade ettiğini sormak gerekir. Bu ve buna benzer sorulabilecek sorular ise ancak Riemann'ın değişebilir kavi slstem şeklindeki uzay kavramı ile çözüme kavuşabilecektir.
Uzay (mekân) sorunu, İlkçağ atomcu teorilerinden günümüzdeki fiziksel teorilere kadar uzanan geniş bîr sahada yer alan, felsefenin önemli problem alanlarından birisidir. Bu geniş tarihsel perspektif bu alana uzayın sınırsızlığı, mutlaklığı vb. gibi yeni sorunları kazandırmıştır.
Felsefî bakış açısından uzayın gerçekliği sorunu, sınırsızlık problemi ile ilişkili çatışkıları (and nom ileri) içinde barındıran bir zeminde ortaya atılmış bir problemdir. Uzayın sınırlı olduğunu kabul etmek, bazı izahı güç problemleri beraberinde getirir. Şöyle ki: Sınırlı olması hudutlarının olmasını gerektirir ki bu da kendisi dışında bir başka uzayın varlığına delâlet eder. Bunun yanında uzayın sınırsızlığını söyleyebilmek de en az sınırlılığını söylemek kadar zordur. Çünkü bu durumda maddenin sınırsızca uzandığını veya tamamıyle boş bir uzay tarafından çevrili olduğunu kabul etmemiz-gerekir ki, böyle bir uzay kavramı da anlamsız görünmektedir. Diğer taraftan her mekânın daha küçük mekânları içermesine kadar, uzayın her bir sınır noktası sonsuzca bölünebilir olmalıdır. Ve bu sonsuzca bölünenlerin toplamının nasıl olup da sınırlı bîr bütünlük oluşturabileceklerini görmek de oldukça zordur.
Bu konunun felsefî bakımdan temelleri Pythagorasçılar ile Elea Ekolü'ne kadar uzanır. Gerçekte Pythagorasçılar evrenin temel ilkesi olarak ileri sürdükleri sayıların orantısı anlayışının doğal sonucu olarak mekân ve zamanın sonsuz küçüldükte bölünebileceğini ve sonsuz büyüklükte oluşacağını savunmuşlardır. Sonsuz küçüklük ve sonsuz büyüklük kavramları varlıkların hareket, değişim ve oluşum durumlarını da sonsuz boyutta algılanacak unsurlar şekline dönüştürmüş oluyordu. Fakat Elea Eko-lü'nün kurucusu Parmenides bu anlayışı reddeder.
Öğrencisi de olan bir başka Elea Ekolü filozofu Zenon (Elealı) Pythagorasçıların ileri sürdükleri iddiaları, yani zamanın ve mekânın sonsuz bölüneceği, hareketin, değişmenin ve oluşun sınırlı mekânda sonsuz bir şekilde sürüp gideceği iddialarını verdiği örneklerle eleştirecektir. Sonsuz bölünmenin, mutlak hareket ve değişmenin evrende, yani sınırlı olan varlıkta ve mekânda mümkün olamayacağını bu örnekler ile anlatacaktır. Zenon'un bu örnekleri içinde ak dan Örneği, bir koşucunun belli uzaklıktaki koşu pistini bitiremiyeceği Ömeği ünlüdür.
Matematikçiler günümüzde sonsuzluk fikrinin içerdiği zorluğu çözmüş olduklarını iddia etmektedir. Fakat saf matematik konularında problem ile başarılı bir şekilde ilgileniyor olmalarına rağmen, onlar gerçeklikte var olan bütün şeylerin bir sonsuz sayısının bulunabileceğini açıkça gösterebilmiş değillerdir.
Probleme getirilen diğer bir çözüm şekli de tarih boyunca çok defa canlandırılmaya çalışılıp tekrar tekrar ele alınan, Aristoteles'in yaklaşımıdır. Bu çözüm şekli, uzayın ve mekânsal objelerin sadece sonsuzca genişlediklerini ve bir potansiyel duyumda sonsuzca bölünebilir olduklarını ortaya koymaktadır. Yani madde fiilî olarak sonsuz değildir. Fakat, uzayın doğasında (yapısında) maddenin genişlemesini ve sonsuzca bölünür olmasını durduracak, engelleyecek hiçbir şey yoktur.
Modern bilimsel düşünceye göre kâinat sonludur ama sınırsızdır. Çünkü eğer biz uzay-zaman sürekliliğinde yeteri kadar uzağa gitmiş olabilsek, tekrar başlangıç noktamıza dönmek zorunda kalırdık. Fakat bu, sonsuzca bölünebilme bilmecesini çözmeye yeterli değildir.
Uzay hakkındaki mevcut sorunlardan bir diğeri de onun mutlak veya izafi (göreli) olup olmadığı sorusudur. Eskilerin fikrine göre o, bütün fiziksel dünyayı içinde barındıran büyük bir kap gibidir. Uzay, ihtiva ettiklerinin üstünde ve altında da bir gerçekliğe sahiptir ki madde bu boş uzay tarafından çevrelenmiştir. Daha sonraki kuramlara göre ise uzay, maddesel şeylerin mekânsal ilişkilerinin toplamı olarak tanımlanmıştır. Mutlakçı teori ise Newton fiziğinde ileri sürülmüş fakat modern bilim onu terketmiştir. Bu teori günümüzde sık sık olmasa da filozoflar tarafından ileri sürülmekte ve kabul görmektedir. Çünkü onun inkârı aynı zamanda mutlak hareketin inkârını da beraberinde getirmektedir.
Uzay, maddenin en genel varlık formu, biçimidir. Onun dışında bir maddenin düşünülmesi mümkün değildir. Kant da uzayın zihnimizde olduğunu ileri sürerken onun apriori bir form olduğuna işaret etmektedir. Fransız düşünürü Descartes ise cismin temel özelliğinin yer kaplama (extensa) olduğunu belirtmekte ve mekânın sadece yer üstündeki yayılmayı değil, uzunluğu, derinliği ve genişliği de kapsadığını söylemektedir.
Albert Einstein'a gelene kadar uzay ve zamanın birbirinden ayrı şeyler olarak ele alındığını görmekteyiz. Bu düşünürün relativite teorisi ile uzay ve zaman birlikteliği gündeme gelmiş ve uzay-zaman (space-time) kavramı felsefî ve bilimsel terminolojiye kazandırılmıştır. Gerçekte ise bu kavram ilk olarak H. Minkowski tarafından teklif edilmişse de bilimsel-felsefî temele oturtularak birleştirilmesi Einstein'a aittir.
Bu kavrama göre her nesnenin sadece uzunluk, hacimsellik ve ağırlığa değil, fakat zamanda bir süreye de sahip olması gerekir. Diğer bir ifade ile bir nesnenin tanımı, dört konumunun bildirilmesi ile mümkündür. Uzay-zaman kuramının metafıziksel yorumu S. Alexander, ve C. L. Morian tarafından yapılmıştır. Onların "yüze çıkma evrimi" (zuhur! tekâmül, emergent evolution) doktrinine göre uzay-zaman, madde, yaşam, zihin ve Tann'nın zuhur etmelerinin dışındaki dünyanın matrisidir. Bildiğimiz gibi dünya, asıl uzay-zamanın dışında tekâmül etmiştir.
Derlenmiş ve görsellerin bir kısmı sonradan eklenmiştir
11 Nisan 2012 Çarşamba
Meditasyonlarımın Temeli
"Şöyle bir sonuca vardım, bireyden de büyük bir güç var. Bireyler tarafından kontrol edilen ve bireyleri kontrol eden. Tüm anlatmak istediğim, saf ruh daha büyük bir güç alanına bağlıdır, şöyle ki tamamen geriye gittiğinizde anlamaya başlarsınız ve kendinizi en saf duygunuzun içinde görürsünüz"
George Lucas, 1977
İçinizdeki En saf duygunuza ulaşın, burada Kainatın ve eylemin ötesinde bulunan, büyük güç alanına bir köprü var. O köprüyü geçip, büyük güç alanına ulaştığınızda olayları ve bireyleri yönetebilirsiniz. Benim içimdeki en saf duygular, HUZUR, SEVGİ, ve NEŞE... Dolayısıyla, Köprülerim de bunlar.
BEN HUZURLU BİR RUHUM
BEN SEVGİ DOLU BİR RUHUM
BEN NEŞELİ BİR RUHUM
İşte böylece dramayı ve onun aktörlerini olumlu yönlendirebilirim.... Tıpkı bir önceki döngüde yaptığım ve bir sonrakinde de yapacağım gibi ....
Kaydol:
Yorumlar (Atom)















